Günlerden salı, işte akşam ezanı okuyor. Mescidin dış kısmı itinayla
hazırlanmış namaz için.
Ezan bitiyor, büyük bir sessizlik var cemaat içinde, hepimiz hane-i
saadetin kapısını gözlüyoruz. Minarede kuşlar var, güvencinler var,
onlarda sanki Sultanımızın yolunu gözlüyor.
O gelecek diye kalplerimiz
heycanla çarpıyor…
Ve işte çıkıyor hazret kapıdan, Allahım bu ne güzellik böyle!
Üzerinde bembeyaz bir cüppe, mübarek ellerinde bir demet
çiçek, ağır ağır yaklaşıyor. O yaklaştıkça başlarımız düşüyor
önümüze edepten, utançtan… Kuşlar onu görünce kalkıyorlar
kondukları yerlerden, sanki pervane olup dönüyorlar tepesinde.
Ve akşam ezanı bitiyordu, görevliler sesleniyordu, tövbe almak
isteyen gelsin. İnsanlar tövbe alıyorlardı. Görevliler tekrar
soruyordu başka tövbe almak isteyen varsa gelsin.
Herkes tövbe almışdı. Bu sırada cemaatin arkalarından önlü
arkalı iki tane küçük çocuk yaklaşıyordu sultanımıza doğru.
Görevli sultanımızın arkasından eliyle işaret ediyordu çocuklara,
geriye gidin diye. Fakat çocuklar yaklaşmaya devam ettiler,
ve hazrete iyice yaklaşıp şöyle dediler, bize tövbe vermiyecekmisin!!??
Bütün cemaat o an bu olaya kilitlendi.
Sultanımız başını kaldırıp o iki çocuğa bakdı,
ve eliyle işaret ederek onları yanına çağırdı.
Çocuklar gelip sultanımızın önüne diz çöktüler.
Mübareğimiz onlara gülümsedi, ve o nurdan ellerini uzatıp
çocukların minik ellerini avuçlarının içine aldı.
Sonrasında tövbe verdi. Ancak bu öyle bir manzaraydı ki,
salı günü menzilde olan arkadaşlar varsa bu anlattığımı
mutlaka onlarda görmüşlerdir. Cemaatin büyük bölümü
sultanımızın o iki çocuğa tövbe verişini görünce, cezbeye kapıldı.
Çok büyük bir manevi hava vardı o an. Sultanım sana aşıktım,
bir kez daha aşık oldum. Allah’a sonsuz şükürler olsun ki, senin gibi bir sultanımız var…”