Ey gözümün nuru, gönlümün süruru, başımın tacı, dertlerimin dermanı, varlığımın sebebi, âlemlerin Seyyidi, ,Mekke'nin yetimi, Medine'nin biriciği, ümmetinin şefaatçisi, ,Mevlam'ın Habibi...
Selam sana asırlar öncesi...
Selam sana asırlar öncesindeki huzur devrinin huzuru...
Selam sana aşkın sultanı...
Selam sana goncaların en güzel açanı...
Selam sana nisan yağmurlarının en ılık ve en güzel kokulu olanı
Selam sana bu âlemin en güzel sırrı...
Selam sana Ey sevgili Resul...
Sen ki; “Anam babam sana feda olsun”diyenlerin sertacı, ariflerin medetkârı, günahkârların ümidiydin. Sen ki, Ebu Bekir'de teslimiyet, Ömer'de adalet, Osman'da iffet, Ali'de cesaret, Yunus'ta sevgi, Mevlana'da aşktın...
Bense ne kelimelerin, ne kâğıtların, ne kalemlerin, ne zamanın ne de aklın seni anlatmayacağını bile bile duygularını anlatmaya kalkan herhangi biri... Ne kalemin, ne kalem tutanın cüreti var, hâli var dermanı var... Ne Mekke'yim hüznüne ortak ne Medine'yim bağrında sımsıcak... Ne Hira ne Sevr ne de seferini kıskandığım Kusva...Ne “Hayatım da, malım da senin için değil mi Ya Resul”diyen Ebu Bekir'im ne de “O söylediyse doğrudur”Sıddık teslimiyetiyim...
Ve bugün... Asrı Saadetten,huzur devrinden yüzyıllar sonra,huzursuz,saadet siz ve nura
SANA hasret geçen 1400 küsür yıldan herhangi bir gün... Yapmacık, samimiyetsiz, mutsuz ve çatlamış toprakların yağmuru beklediği gibi herkesin ve her şeyin “Sen'i”beklediği bir gün...
Sensiz bir dünyaya açtık gözlerimizi. İlk işittiklerimizdendi mübarek ismin. Ninnilerin mısralarında hep seni öğrettiler bize. Yemek yerken de, yatarken de, dua ederken de hep sen vardın. Senin yaptıkların, öğrettiklerin, tavsiye ettiklerin... Çocukluğumuzun o en saf haliyle seni içten sevdik. Hep seni hayal etmeye çalıştık. Gülleri sen diye kokladık. Sen hep yanımızdaydın. Her beyazda, her kırmızıda her gülde ve her selamda sen vardın.
Sayısız yıldızların vardı senin... Yıldızlara bakar, ağlardın. İnsanlar dağılır, sesler susar ve sen gecenin hükümdarı olarak girerdin yalnızlığın ışıklı bahçesine... Geceler bir okyanus gibi açılırdı önünde... Ağlardın... Ve sen ağladıkça dağılırdı karanlık... Asırlar sonrasına uzanacak bir nur yayılırdı etrafa. Tüm kâinat susar, her şey huşu ile seni dinlerdi. Uzak gecelerden sıcak selamlar ulaşırdı sana. Asırlar öncesinden, asırlar sonrasından...
Senin yanımızda olduğunu hep bilirdik. Aşkın uzun ve sınırsız balkonundan bize baktığını düşündükçe, yaşamak anlamını bulurdu. Katlanmak güç olmazdı yaşamın cefalarına... Dayanılmaz ıstırapların gölgesinde gezerken, bizimle olduğunu hissederdik. Çocukluğumuzun ve gençliğimizin en güzel anlarında hep seninle olmayı diledik, senin gibi davranmayı istedik, senden ufak bir tebessümü omuzlarımızda taşımayı...
Dört bir yanda kalbimizi acıtan rüzgârlar esmekte. Sürekli koyulaşan bir karanlığın kuytusunda tükenen saatlerimiz bize her gün azap vermekte. Şimdi renklerini kaybetmiş bir gökkuşağı gibi semalarımızda dolaşan şimşekler, hayatlarımızın ortasına yıldırımlar düşürüyor. Rüzgârın önüne kapılmış nice yaprak, kendini akıntıya kaptırmış nice kayık kurtarıcısını bekliyor. Bir sessizlik hâkim dünyaya... Fırtına öncesi, denizin kadife kadife durgunluğu gibi.Sonsuz Rahmet öncesi gürültü sessizliği gibi...Bekleyişlerin gönderildiği sessiz çığlıkları boğan bir sessizlik...Biz,şimdi bir gülün kırmızılığına sığınıyoruz.Kalbimizi ve yüreğimizi yeşertsin,yaralı alemimize sırlarını fısıldasın ve yitirdiğimiz değerleri bize hatırlatsın diye...
Ya Resul! Yaşadığımız anların ruhumuza bıraktığı acılara tek merhemimiz sensin. Zamanını ve insanlığını yitirmiş insanoğlunun yitik cenneti sende gizli. Her gün derinleşen uykumuzdan uyanmamızı sağlayacak tek gerçek sensin. Gerçek aşkı bulmanın gerçekten sevmenin adısın sen. Sen fakir gönlümüzü zenginleştiren, çorak topraklarımızı yeşerten, bizi cahillikten bilgeliğe geçiren tek kuvvetsin. Bize aşkı ve ağlamayı sen öğrettin... Seninle bulduk sözlerin en güzelini ve güzelin en özel anlamını... Derinliği seninle fark ettik. Senin gül yüzünden parlayan ışıklarla çıktık yollara... Hayatı seninle sevdik, senden başka ne varsa buruşturup attık ve dönüp bakmadık bir daha... Hayatın sensiz sürebileceğini hatta sensiz sürdüğünü düşünmedik hiç.
Evet, aslında sensizdik. Nice baharlar gelip geçti, zalim rüzgârlar gibi. Bahçemizdeki ağaçlar sensiz çiçek açtı. Sıra sıra bulutlar geçti yalnızlık balkonumuzun üstünden. Her bahar senin bakışlarına alışmış kırmızı, pembe ve beyaz yediveren gülleri sensiz açtılar yine... Serin şafak rüzgârları esti uzaklardan... Ve sabaha karşı dinlediğin bülbül seslerini taşıdılar bize...
Hepsi, hepsi senin yokluğunun farkındaydı sanki. Siyah beyaz bir film ve yavaşlatılmış bir şarkı gibi geçti sensiz bütün baharlarımız... Hep ikilemlerin ortasında kalakaldık. Kimi zaman gül kokusunu özledik, kimi zaman selamlar gönderdik sana. Yalnızca seni anınca şenlendi yüreğimiz. Gün geldi bir sabah uyandığımızda kentte sığınacak hiçbir yapı kalmadığını gördük. Bizi gizleyecek hiçbir bina... Günahlarımızı örtecek hiçbir ev... Yalnız, senin güneşin aydınlattı, karanlık gecelerimizi... Yaşamak adına ne varsa hepsi seninle anlam buldu. Sen uzaklarda olsan da...
Senin uzaklarda olman küllendirmiyor acımızı. Bizi ümitsiz kılmıyor. Onca günahlarımıza rağmen senin büyüklüğün kadar büyüttük umutlarımızı. Dağlar kadar günahlarımız olsa da sen kadar umutlarımız var. Biz, şimdi dönüp geleceğin günü bekliyoruz. Yalnız biz değil, ellerimizle büyüttüğümüz ve yüreğimizin ışıklarıyla yeşertmeye çalıştığımız her şey seni bekliyor.
Şairin dediği gibi; Ne olur “Gel ey Muhammed (sallu aleyhi vesellem)bahardır
Dudaklar ardında saklı âminlerimiz vardır.
Hacdan döner gibi gel. Miraçtan iner gibi gel
Bekliyoruz yıllardır…”
Ve son olarak yalnızlık balkonunda bir gül açtı, seni karşılamak için. Bir gül var şimdi elimizde, titreyen yüreğimiz var. Güllerimiz solmadan, gülkurusu ağlamadan yüreğimiz gel…
Ne olur gel Efendim
NE OLUR GEL …
( Alıntı )