MeDinE~Fm Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

MeDinE~Fm Forum

İslami MeDinE~Fm Forum Radyomuzu dinlemek için...( http://www.vahdetfm.com/radyo.htm )....adresine girebilirsiniz...
 
MedinefmAnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 kÜFÜR

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
KIYAM

KIYAM


Mesaj Sayısı : 25
Kayıt tarihi : 30/09/09

kÜFÜR Empty
MesajKonu: kÜFÜR   kÜFÜR Icon_minitimeÇarş. Eyl. 30, 2009 10:24 am

Küfür; İmanın Karşıtı, Hakkı Örtmek ve İnkâr Hastalığı

· Küfür; İmanın Karşıtı, Hakkı Örtmek ve İnkâr Hastalığı
· Kur'an'da Küfür Kavramı (Nankörlük ve İnkâr)
· Küfrün Anatomisi
· Kâfirin Kalbi
· Küfrün Sebepleri
· Elfâz-ı Küfür
· Ef’âl-i Küfür
· Tekfir ve Büyük Günah İşleyenin İtikadî Durumu
· Sorular


Bu üniteyi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir.



* Küfür kelimesinin lügat ve ıstılah anlamlarını ifade edebilmek.

* Nankörlük ile inkâr/küfür arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek.

* Kur’ân-ı Kerim’deki kâfirlerin kalbi ile ilgili vurguları özetleyebilmek.

* Küfrün sebep ve sonuçlarını açıklayabilmek.

* Günümüz toplumunda insanı küfre götüren çirkin lafızlara (elfâz-ı küfre) örnekler verebilmek.

* Davranış yönüyle küfür kabul edilen eylemlere (ef’âl-i küfre) örnekler verip açıklayabilmek.

* “Tekfir”in ne demek olduğunu ve haksız yere bir mü’mini tekfir etmenin sakıncalarını izah edebilmek.

* Büyük günah işleyenler hakkında itikadî mezheplerin görüşlerini özetleyip Ehl-i sünnetin görüşünü açıklayabilmek.



Küfür; İmanın Karşıtı, Hakkı Örtmek ve İnkâr Hastalığı


Küfür, “ke-fe-ra” fiil kökünden masdar olup, lügatta ‘bir şeyi örtmek’ demektir. Bu anlamıyla tohumu toprağa eken ve böylece onu örtüp gizleyen çiftçiye küffar denildiği gibi, kılıcı örttüğü için kınına, karanlığı örttüğü için geceye, yıldızları örttüğü için buluta da kâfir denir. Bazı ibâdetler ve tevbe de birtakım günahları örttüğü için bunlara da keffare(t) denilmiştir. Kâfir kişi de Allah'ın varlığını, âyetlerini, nimetlerini veya hükümlerini görmezlikten, bilmezlikten gelip örterek inkâra gittiğinden bu ismi almıştır.



Küfre sapan kimseye kâfir (çoğulu: Küffâr, kâfirûn, kefere) denilir. Küfür, imanın zıddı olduğu gibi, kâfir de mü’minin zıddıdır. Kâfir; gerçeği örten, nimeti saklayıp inkâr eden kişi demektir. Yaratıcı’nın en büyük nimetleri olan Allah’ın âyetleri, tevhidî iman, peygamberlik, din, hidâyet vb. hususları saklamak veya görmezlikten gelmek kâfirliğin en belirgin şeklidir.



Küfür, realiteyi, hakikati çarpıtmaktır. Küfür, varlıktaki, yaratılıştaki güzellik ve mükemmelliği, nimet ve lütfu görmeme, görmezlikten gelme illetidir; bir fıtrat nankörlüğüdür. Akı kara, karayı ak görmektir; Görülmesi gerekeni görmemek, bakar körlüğü tercih etmektir. Küfür, bir hastalıktır, bir ârızâ ve anormalliktir. Doğal olanın, fıtratın dışına çıkmaktır. Kalpte başlayan bu hastalık, kafaya ve bütün organlara yayılır. İmanla tedavi edilmedikçe çabuk büyüyen ve tüm vücudu kaplayan bu kanser mikrobu, kişinin âhiretini ve dünyasını mahveder. İslâm’ın hâkim olmadığı çevre şartları, bu küfür mikrobunun alabildiğine yayıldığı hastalıklı ortamlardır.



Küfür, bir kimsenin iman edilmesi gerekli esaslara iman etmemesidir ki, yalanlama ve inkârı, tasdiki terk etmeyi; ikrah, yani şiddetli zorlama ve engel bulunmadığı halde ikrarı terketmeyi de içine alır. İmandaki tasdik gibi, küfürdeki tekzib de (yalanlama) kalple, sözle veya davranışla olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür ise, ikrah/zorlama olmaksızın sözlü yalanlama da öyledir. Hatta, elfâz-ı küfrü (küfür sözünü) böyle sözle ifade etmek, daha çirkin bir düşmanlığı açığa vurmak olur. Aynı şekilde fiilî (davranışla) yalanlama da böyledir. İman edilmesi arzu edilen mukaddes şeylere fiilen hakaret ve alay etmenin, küçümsemek ve hafife almanın, bunları bozmaya çalışmanın en çirkin küfür olduğunda şüphe yoktur. Yalnız kalpte gizlenen küfre küfür denip de, sözlü veya fiilî olarak açıklanan ve ilan edilen küfre küfür denilmemesi nasıl mümkün olur? Ancak, o sözlü veya fiilî küfür izhârı, “kalbi imanla dolu olduğu halde inkâra ikrah olunan, zorlanan değil”[236] diye şer’î istisnâyı bildiren bu âyet gereğince zarûrî bir zorlamaya dayanması hâriçtir. Fiilî tekzib (davranışla ilgili küfür), iman ile bir araya gelmesi mümkün olmayan fiili yapmaktır. Ancak fiilî tekzib (davranışla ilgili küfür) ile, fiilin yokluğu arasında büyük fark vardır. Meselâ, namaz kılmamak başka, haça tapmak yine başkadır. Namaz kılmamak küfür değilse bile, haça tapmak kesin küfür olur. Bu bakış açısından, amelin terkinin fiilî yalanlama olup olmadığı şüpheli olduğundan, küfrü gerektiren bir durum olup olmayacağında ihtilâf edilmiştir. Hâlbuki hakaret ve hafife almayı ifade eden, aynı şekilde Mushaf’ı çirkefe atmak, güneşe tapınmak, putlara veya heykellere saygı duruşunda bulunup önlerinde kıyâma veya secdeye durmak, küfrü yayıp neşretmek, günahı ve haramı helâl; helâlı da haram saymak... gibi bizzat küfür eseri şeyler; küfür delili olduğu belli bulunan yalancıların fiilleri -bir ikrah, yani zorlama zarûreti yoksa- küfür olduğunda hiç ihtilâf edilmemiştir.



Yukarıda açıklama yapıldığı üzere, ameli terketmenin ve her günahın küfrü gerektirdiği söylenmiyor. Fakat bu mesele, istismar edilerek kötüye kullanılmıştır. Ameli terketmek iki türlüdür: Birisi cüz’î (kısmen) terk, diğeri küllî (tamamen) terk. Yani biri terketmek, biri de terketmeyi alışkanlık edinmektir. Meselâ, bazen namaz kılmayan ile, namazı terketmeyi alışkanlık haline getiren arasında büyük fark vardır. Namaza imanı olan, onu vazife tanıyan kimsenin -beşer hali- ara sıra bazı üşengeçliğinin bulunabilmesi akla ters değildir. Şu halde cüz’î terk, küfür olmayabilir. Fakat ameli terki alışkanlık edinen, namaz kılmayı hiç hatırına getirmeyen, alnı secde görmemiş, ömründe hiç kılmayan ve hatta kılmamaya azmetmiş bulunanların kıble ehli (müslüman) olduklarına, Allah'a, Peygamber’e ve peygamberlere, Kur’an’a ve âhirete, farz olan vazifelere imanı bulunduğuna nasıl hükmedilebilir? Özetle iman, tevhid tertibiyle bütün inanılacak şeylere bölünmez bir bağlılıkla uymak; küfür de onlardan, birinin bile olsun, bulunmamasıdır. Yani küfür için iman edilecek şeylerin hiçbirine inanmamak şart değildir. Birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür. İman, bir bütünlüğü gerektirir. Küfür ise, onun tersi olduğundan, bir kısmı inkâr ile de vâki olur; tamamının inkârı şart değildir. İman ile küfür, sade zıt değil; birbirinin tersidirler. Ne ikisi bir araya gelip toplanırlar, ne yükselirler; arada vasıta, iki menzil arasında bir menzil (menzile beyne’l-menzileteyn) yoktur. Bir insan ya kâfirdir; ya mü’min. Fâsık (günahkâr) da işlediği suça göre bunlardan biridir.



İman ile küfür, iki görüş açısından düşünülür. Birisi, insanın yalnız Allah'a karşı vaziyeti; diğeri de mü’minlere karşı vaziyetidir. Birincisinde mü’min, yalnız Allah’ın ilmini düşünerek imanını ve kendini ona göre kontrol ve teftiş eder. Bu noktada hem içinden ve hem dışından sorumludur. İkincisinde, insanların ilmi ve onlara kendini ne şekilde tanıttığını, ne gibi muâmele yaptığını, onların ilmine karşı kendisinin ne gibi bir muâmeleye tabi tutulması gerektiğini düşünerek imanını ve kendini ona göre kontrol ve teftiş eder. Çünkü İslâm’da Allah’ın hakları, bir de kulların hakları yönü; imanın bir ferdî, bir de sosyal durumu vardır. “Allah'a, Peygamber’e kalbimde imanım var” deyip de insanlara karşı hep küfür muâmelesi yapmak (halkın içinde gâvur gibi yaşamak) İslâm imanının şiarı değildir. Din ve imana muhtaç olan Allah değil, insanlardır.



Küfretmek, dilimizde kaba bir şekilde sövmek mânâsında da âdet olmuştur, ki bu, Arapça’da yoktur. Halk arasında yaygın olan bu mânâ, esasında dinî mânâdan alınmıştır. Önceleri küfrü gerektiren sövmelere kullanılırken, biraz genişletilmiştir.[237]







Kur'an'da Küfür Kavramı (Nankörlük ve İnkâr)


“Küfür” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 525 yerde geçmektedir. Kur’an, imana yüklediği tüm anlamların zıtlarını küfür kelimesine yüklemiştir. Zaten küfür de, bir inançtır; olumsuz bir inanç. Göğüsler iman için açıldığı gibi, küfür için de açılır.[238] Kur’an’a göre, küfrün en sık belirişi insanın nimetleri inkârı, yani nankörlüğüdür. Allah, insanların yaratıcısı, onları rızıklandıran, onlara sayısız nimet veren, yaşatan... bir İlâh ve Rabdir, ki en küçük bir iyilikte bulunana teşekkür edildiği gibi, esas olarak nimetleri karşısında Allah'a şükretmek gerekir. “Beni zikredin, Ben de sizi zikredeyim/anayım; Bana şükredin; küfr (nankörlük) etmeyin.”[239]



Allah'a şükretmek, sahip olunan nimetlerin yalnızca O’ndan olduğunu kalpten kabul etmek olduğu gibi, bu kabulü de gerek sözlü, gerek fiilî amellerle göstermektir. Fakat insan, unutkan ve haksızlığa eğilimli, aynı zamanda iyilikleri kendinden, kötülükleri başkasından bilen bir niteliğe sahip olduğundan iki durumda sahip olduğu nimetlerin Allah’tan olduğu gerçeğini gizlemeğe kalkışır. Bu iki durumdan biri ve en çok görüleni; aşırı nimetler, zenginlik, mal, evlat ve refah içinde yüzme; diğeri ise darlık ve sıkıntı içinde bulunmadır. Bunlardan birincisi şükretmemenin en önemli nedenidir ve bu yüzdendir ki, kâfirler daha çok zenginler içinden çıkar. Çünkü onlar, zenginliklerinin ve içinde bulundukları refah durumunun sona ermeyeceği, bunun kendi kazançları olup akıl ve becerilerinden kaynaklandığını zannederler.

“İnsanlar (küfr üzerinde) tek bir ümmet olmayacak olsalardı Rahmân’ı küfr/inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları merdivenler yapardık. Ve, evlerine kapılar ve üzerlerine yaslanacakları koltuklar, kanapeler ve nice süsler. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir. Âhiret ise Rabbinin katında müttakîler içindir.”[240]

“Karun, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı bağy etti. Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarlarını taşımak güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma, Allah şımaranları sevmez...’ ‘Bu, bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi’ dedi.”[241]



İnsan, bazen darlık ve sıkıntı ânında da küfürde bulunur: “İnsana Kendimiz’den bir rahmet tattırsak onunla sevinir. Ellerinin öne sürdüğünden dolayı kendilerine bir kötülük dokunsa, muhakkak insan çok küfredici (olur).”[242]



İşte, gerek sıkıntı ve darlık, gerekse bolluk ve ferah ânında tiksindirici bir istiğnâ ve şımarıklıkla veya umutsuzlukla insan Allah'a karşı kâfir kesilir. Demek ki, küfrün temelinde, aynen şirkte olduğu gibi, bir bakıma nefse tapınma, bencillik ve istiğnâ vardır ve küfr Allah’ı hakkıyla tanımamak, O’nun verdiği nimetlerin O’ndan olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve kalben örtmek, gizlemektir. Sözgelimi, insan fizikî yapısını beğenir ve “şükredeyim diye Allah beni güzel yarattı” demez; “ne kadar güzelim!” der ve insanlar karşısında güzelliğiyle övünür. Sahip olduğu yetenek ve becerilerin bütünüyle Allah’tan olduğunu unutur, insanların içine çıkıp “şunu şöyle yaptım, şu kadar kabiliyetliyim” der; fakat “Allah, bana bu beceri ve yetenekleri vermiş, o halde bunları verene teşekküren O’nun yolunda kullanayım” diye düşünmez.



Çok mala sahiptir, güzel bir evde oturmaktadır, güzel giysiler içindedir; Hz. Süleyman gibi “Bu, Rabbimin fazlındandır; şükür mü edeceğim, yoksa küfür mü, diye beni denemek için. Kim şükrederse kendisi için şükreder; kim de küfrederse muhakkkak Rabbim müstağnîdir, çok kerem sahibidir.”[243] demesi ve bunun bilinciyle hareket etmesi gerekirken, Karun gibi “bu bana bilgimden dolayı verildi” der, hele bir de güç ve kuvveti varsa insanlar üzerinde bağy eder ve tam bir tâğut kesilir. İnsan, bu şekildeki küfrüne haset, hırs, kibir gibi olumsuz nitelikler de ekleyince, artık Allah düşüncesini zihninden atmaya, O’nu evrende hüküm sahibi görmemeye ve yok saymaya kadar gider. Bazılarıysa kendilerine daha önceden apaçık delillerle bildirilen Allah’ın âfakta ve enfüsteki âyetlerinden[244] bazılarını örtmeye girişir. Kitaplarını veya gönderdiği kitaplardan birini, peygamberlerin tamamını veya bir kısmını, âhireti, melekleri veya kaderi, peygamberlerin Allah’tan getirdiği esaslardan birini veya birkaçını kabul etmemeye yönelir. Bazıları, “Peygamber Allah’tan ne getirdiyse inandım” der, fakat hareketleriyle bunu yalanlar. Temel emir ve yasaklarlardan bazılarını yerine getirmez, getirmeye getirmeye bu emir veya yasağın üzerine bir örtü çeker ve artık kendi yanında o şey “yok” hükmüne geçer.



Allah’ı, âyetlerini veya hükümlerini örten, daha çok da Allah’ı ve O’nun hükmünü yok saymaya çalışan, nedenleri görüp ötesini göremeyen, duyularının ulaşamadığı şeyleri yok sayan, evrenin yaratılışını, meydana gelen olayları raslantı, zorunluluk gibi birtakım hayalî etkenlere bağlayan, bilmeden her bir zerreyi ilâhlaştıran veya Allah’ın âyetlerinin birini, birkaçını veya tamamını tanımamaya yönelenlerin artık kalpleri de örtülür; basiretleri yok olur, akılları işlemez, dilleri hakkı söylemez hale gelir. Böylelerinin kalpleri mühürlenmiştir ve bunlar için uyarı, korkutma hiçbir etki yapacak değildir: "Gerçek şu ki, kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır."[245]; “Andolsun, elçilerimiz onlara açık deliller getirdiler. Fakat, önceden yalanladıklarından ötürü inanmaya yanaşmadılar. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.”[246]; “Kalpleri vardır, ama onlarla (hakkı) kavramazlar; gözleri vardır, fakat onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. Hayvanlar gibidir onlar, hatta daha da sapık/yoldan çıkmış...”[247]; “Allah katında bütün hayvanların en şerlisi, akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”[248]

Bu anlatılanlar, küfrân-ı nimet yani nimetlere küfürdür. Bu, küfrün çeşitlerinden biridir. Türkçede nankörlük denen nimetlere küfür, küfrün temelini oluşturduğu gibi, nimet kelimesinin kapsamı içine mal, mülk, göz, kulak gibi maddî ve yetenek, beceri, düşünce, akıl gibi mânevî varlıklardan daha çok; risâlet, din, hidâyet vb. girer. Şu halde, Allah'a ve O’ndan gelen herhangi bir şeye yönelen örtme, gizleme, tanımama işi, küfür kavramının kapsamı içindedir.[249]



Nimetlere nankörlük (küfrân-ı nimet), nimetin eksilmesine ve azâba sebep olur. Küfrânın zıddı olan şükrân (şükretmek) ise, nimetlerde artışa yol açar. “Eğer şükrederseniz, (nimetlerimi) arttırırım; eğer küfrâna giderseniz, muhakkak ki azâbım çok şiddetlidir.”[250]



Küfrâna karşı böyle sert bir tavır takınılması sebepsiz değildir. Kur’an, küfrün her türünde küfrânla/nankörlükle yalanlamanın beraber bulunduğuna dikkat çeker.[251] İmandaki tasdik ve itiraf, burada yerini inkâr ve yalanlamaya bırakmaktadır. İnsana şah damarından daha yakın olan Allah’ı[252] görmezlikten gelmeye kalkmak, insan onuruna yakışmamaktadır. Bunun içindir ki Kur’an, küfre sapanları sözü değil; bağırıp çağırmayı duyan sağır-dilsiz ve körlere benzetmektedir.[253] Şuur ve iman nimetini teperek hayvanlaşan bir varlığın, hayvan olarak yaratılan bir canlıya denk olmak gibi bir şansı ve liyakati de olamaz. Böyle birisi, hayvandan daha aşağılara iner ve hayvanların en kötüsü, en zararlısı olur. “Şu bir gerçek ki, Allah katında hayvanların en şerlisi, küfre sapıp da imana gelmeyenlerdir.”[254]



Durum böyle olduğuna göre, küfür ehlinin sahip bulunduğu dünya imkân ve nimetlerine bakarak onların kemal ve mutluluğuna hükmetmek yanlıştır. “Küfre sapanların beldeler boyu işten işe geçip, (refah içinde) diyar diyar dolaşmaları seni sakın aldatmasın! Bütün bunlar azıcık menfaatlenmedir. Onların son varış yerleri cehennemdir. Ve ne kötü varış yeridir o!”[255]; “Küfre sapanlar asla sanmasınlar ki, Bizim onlara mühlet vermemiz kendilerinin lehinedir.”[256]; “Küfredenler sakın sanmasınlar ki, yarışı kazandılar. Onlar kimseyi âciz bırakamazlar.”[257]; “Rablerini inkâr edenlerin durumu; amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer.”[258]



Ne yazık ki, işin esasını göremeyen küfür mensupları, bir kuruntu, bir kasılma, yani istikbar ve istiğnâ içindedirler.[259] Küfür ehlinin sayısız nimete nankörlük içinde bulunmalarından dolayı, Allah onları dostluğa kabul etmez; ancak mü’minler, Allah’ın dostları olarak anılır. Allah da kendisini onların dostu olarak belirtir.[260] Allah, kâfirleri sevmez. Onların gönüllerine dostluk ve muhabbet duygusu yerine korku yerleştirilmiştir.[261]



Durum böyle olduğu içindir ki, mü’minler de küfre sapanları dost edinmemelidirler. Kâfirler ancak birbirlerine dost olur, mü’minlere dost olamazlar.[262] Mü’minler, onları velî, dost edinemedikleri gibi, onlara arka çıkma, destek verme yönüne de asla gidemezler.[263] Hele onlara boyun eğmek, bir mü’minin onuruyla asla bağdaşamaz. Onlarla mücâdele etmek gerekir. Ve bu mücâdelede onlara şiddetli davranmak da esastır. “Kâfirlere boyun eğme, itaat etme ve bununla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük cihad yap, büyük bir savaş ver.”[264] “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.”[265]; “Muhammed Allah’ın rasûlü, elçisidir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, çetin; kendi aralarında merhametlidirler.”[266]



Mü’min, dinini alaya alıp eğlence yerine koyan ve Allah’ın nimetlerini inkâr ve nankörlük yolunda kullanan,[267] nimetlerden yararlanıp yemede hayvanları andıran[268] bir topluluğu ne sevip onlarla dostluk kurabilir, ne de onlara güvenebilir.[269] Onlara güvenenler, yüzüstü bırakılırlar.[270] Zaten güven, imanla ilgilidir; inkârla değil. İman’ın bir anlamı emin olmak, güvenmek (Allah'a) ve güvenilir olmaktır (insanlara). Mü’min, küfrün alay konusu ettiği iman kardeşlerine onur ve güç; kâfirlere ise zillet ve eziklik getirici, aziz ve üstün olmalıdır.[271]



Küfre sapanlar zâlimdirler[272] ve zâlimler, düşmanlığa müstahak biricik hedeftirler. Tâğut uğruna savaşan[273] ve mallarını Allah yolundan insanları alıkoymak için harcayan,[274] Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen[275] ve mü’minlere gelen hakikatlere sırt çevirenlere gönülden sevgi ve güven (meveddet) beslemek, destek vermek akıl işi değildir.[276] Bunlar, iflâh etmeyecek bir güruhtur.[277]



Küfür, üretilen değerleri, sergilenen amelleri işe yaramaz hale getirir. “İnkâr edenlerin ve Allah yolundan insanları alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır.”[278]; “Fitne, adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar (kâfirler) eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler, dünyada da âhirette de geçersiz sayılır. Onlar cehennemliktir ve orada devamlı kalırlar.”[279] Ceza, suç cinsinden verilir. Onlar, Allah’ın âyetlerini ve nimetlerini görmezden geldikleri için, onların yaptıkları gerçekten iyi şeyler varsa onlar da görmezden gelinip yok sayılıyor. Allah’ın nimetlerine nankörlük yapanların, kendi küçük iyiliklerinin takdirle karşılanmasını beklemeleri ikinci bir nankörlük olduğu gibi, aynı zamanda zulümdür de.[280]



Kur’ân-ı Kerim’de küfrün ve kâfirlerin diğer özellikleri hakkında bildirilenler, başlıklar halinde şöyle özetlenebilir: Küfrün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.[281] Allah küfre râzı olmaz, O’nun küfre kesinlikle rızâsı yoktur.[282] Onun için mü’minlerin küfürden sakınmaları gerekir.[283] Küfredenin küfürleri kendi aleyhinedir.[284]



Mü'mini küfürle itham etmek, yani haksız tekfir, sakınılması gereken bir yasaktır: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin…”[285] Sıradan kendi halinde bir kâfirle, küfür önderlerinin cezası farklıdır. Küfre önderlik edenin cezası iki kattır.[286] Kâfirlerin dostları şeytandır.[287] Kâfirler, peygamberlerden inanmayacakları mûcizeler isterler.[288] Kâfirler, Kur'an'ı inkâr ederler.[289] Allah'ın âyetlerini de kabul etmezler.[290] Kâfirler, kendi âcizlikliklerine bakmadan küstah bir şekilde Allah'ın nûrunu söndürmek isterler.[291] Kâfirler âhireti de inkâr ederler.[292]



Kur’an kâfirlerin karakter özelliklerinden de bahseder. Kâfirler, fakirleri küçük görürler.[293] Kalpleri birbirine benzer.[294] Kâfirler (Allah yolunda) infak etmezler.[295] Ama, mallarını Allah yolundan insanları çevirmek için harcamaktan çekinmezler.[296] Müslümanların kendilerini dost ve yardımcı kabul edemeyeceği kâfirler, birbirlerinin yardımcılarıdır.[297] Küfürle nankörlük birbirine çok yakın kavramlar olduğu gibi, kâfirler de nankördürler.[298] Onlar, akıllarını ve duyu organlarını öyle köreltmişlerdir ki, Kur’an âyetleri de onların küfrünü arttırır.[299] Bâtılın mücadelesini yaparlar.[300] Kâfirler dünyalıkla övünürler.[301] Dünya hayatını âhiretten üstün tutarlar.[302] Onlar, kesin bir bilgiye dayanmazlar; zanla hareket ederler.[303] Kâfirler, Allah’ın nimetinden dünyada faydalanırlar; âhiretten ise nasipleri yoktur.[304]



Kâfirlerin yaptıkları iyi işler boşa gider.[305] Allah ve melekler kâfirlere lânet eder.[306] Kâfirlerin malları ve evlâtları kendilerine fayda vermez.[307] Kâfirler, tabii ki Allah'a zarar veremezler, onların zararları kendilerinedir.[308] Allah onları hemen azâbını göndererek helâk etmez, onlara mühlet (süre) verir.[309] Kâfir olarak öleceklerin ölüm ânında yapacakları tevbeleri kabul edilmez.[310] Kâfirler, âhirette azâbı gördükleri zaman fayda etmeyecek şekilde pişmanlık duyacak ve tekrar dünyaya dönmek isteyecekler.[311] Bu istekleri yerine gelmediğini görünce şiddetli azapla karşılaştıkları için tümüyle yok olmak isteyeceklerdir.[312] Onlar kesinlikle kurtuluşa eremeyeceklerdir. [313]



Kâfirlerle mü’minlerin ilişkisi konusunda da Kur’an şu tavsiye ve bilgileri verir: Kâfirler mü’minlere dost olamaz, mü’minler de onları dost kabul edemez; çünkü onların basit çıkarları vardır, dostlukları yoktur.[314] Kâfirler, mü’minleri saptırmak isterler. [315] Kâfirler, mü’minlerle alay ederler.[316] Buna rağmen kâfirler, mü’minlere zarar veremezler.[317] O yüzden kâfirlerden korkulmaz.[318] Yine de mü’minler, kâfirlere itaat etmekten sakınmalıdır.[319] Müslümanların kâfirlerden yüzçevirmesi emredilir.[320] Mü’minler kâfirlere karşı Allah’ın yardımını istemelidir.[321] Kâfirlerin hayatı, mü’minler gibi zor imtihanlardan geçmemeleri, dünyada zevklenmeleri mü’minleri aldatmamalıdır.[322]



İslâm âlimleri, meydana geliş şekli, sebebi ve yeri itibariyle küfrü beşe ayırmışlardır:



1- Küfr-i inkârî: Allah’ı, Peygamber’i ve onun Allah’tan getirmiş olduğu esasları kalpten kabullenmemek ve dille de inkâr etmek,



2- Küfr-i cühûd: Kalben Allah’ı bilip kabul etmek, fakat dille inkâr etmek,



3- Küfr-i inâdî: Kalben hakikati bilip dille de zaman zaman itiraf etmek, fakat haset, kin, şan, makam gibi endişelerle İslâm’ı kabullenmemek,



4- Küfr-i Nifak: İnanılması gereken şeyleri dille ikrar etmek, fakat kalben inanmamak,



5- Küfr-i Cehlî: İnsanın iman ettiği halde, cehâlet sebebiyle zarûrât-ı diniyyeden olan şeyleri inkâr etmesi. Günümüzde en yaygın küfür çeşidi budur.



Yukarıdaki tasniften yola çıkarak kâfirlerin de kendi aralarında şu kısımlara ayrıldığını söyleyebiliriz:



a- Allah hakkında bilgisi olmayan, bildirildiğinde de kabul etmeyen kâfirler. Firavun bunlardandır. Mûsâ (a.s.) ona İslâm'ı tebliğ ettiğinde, Firavun "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilâh bilmiyorum"[323] demişti. Yani, “kanunu ben koyarım, sizi ben yönetirim” diyordu.



b- Allah'a ve Rasûlü'ne inanır, inandığını Ebû Tâlip gibi ikrar da eder, ama makamı, şanı, şöhreti, rütbesi uğruna İslâm'ı kabul edemez.



c- Diliyle inandığını söyler, ama kalbinden iman etmez; münâfıklar gibi.



Kalbinde imanı olmadığı halde, dışa karşı mü’min görünene “münâfık”; Müslümanlıktan sonra dinden dönene “mürted” denir. İki veya daha çok ilâh olduğunu söyleyen, Allah'a başkasını ortak koşan kimseye “müşrik”; Yahûdilik veya hıristiyanlık dinine bağlı olanlara “kitabî” veya “ehl-i kitap” adı verilir.



İman esaslarından birini bile olsa inkâr etmek küfürdür. İslâm’da iman konuları bir bütündür. İnanılması gereken esaslardan herhangi birisini inkâr etmek, bütünü inkâr etmek anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’in tamamını veya bir âyet ya da bir hükmünü, bir emir ve yasağını bile inkâr etmek küfürdür. Kur’an’a bir şey ilâve etmek, Kur’an’ın kendisi, bir sûresi veya bir âyeti ile, ya da dinden olan bir hükümle alay etmek, onu küçümsemek ve hafife almak da kişiyi iman dairesinden çıkarıp küfre düşürür. Kur’an’da veya sahih hadislerde bildirilen ve üzerinde ihtilâf bulunmayan İslâmî emir ve yasaklardan birisini inkâr etmek küfürdür. İçki, kumar, zina gibi yasakları helâl saymak bu niteliktedir. Allah’ın haram kıldıklarını işleyip, farzlarını yerine getirmemek, onları küçümsemekten, inanmamaktan kaynaklanıyorsa, bu durum da küfürdür. Kısaca, Allah’ın emir ve yasaklarını, bütün İslâmî hükümleri kabul ederek İslâm’ı bir nizam olarak görmek iman gereğidir. Bunlardan bir kısmını reddetmek veya İslâm’ın, çağımızda uygulanmasının mümkün olmadığını ileri sürerek bir hümünü bile olsa reddetmek küfürdür; bunu yapan kimse kâfir olur.



İslâm’ın itikadî, iktisadî, ictimaî, hukukî ve ahlâkî kanunlarıyla hükümran olmadığı toplumumuzda, mü’minler, günah olmasına rağmen amelî yönden bazı tavizler verse bile, iman bakımından taviz veremezler. Aksi takdirde kâfir olur, âhiretin ebedî azâbına müstahak olmuş olurlar.[324] Allah'a, O’nun seçtiği hayat önderi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) ve Kur’an kanunlarına imanı korumak, her türlü küfre ve nifaka karşı nefretle direnç göstermek, her mü’minin baş görevi ve ebedî azaptan korunmanın biricik vesilesidir.



Allah'a inandığı halde, O’na tam anlamda güvenememek, şartlar ne olursa olsun mutluluk ve kazancın, Allah’ın emir ve yasakları çevresinde olduğuna itimat edememek küfre götürür.[325] Bütün nimetlerin Allah’tan olduğuna, O’nun takdiri ile insanlara ulaştığına, Rabbimizin sebepler yaratarak insanları nimetlendirebileceğine, dolayısıyla Allah’ın haram kıldığı yollardan rızık aramamak gerektiğine bütün varlığımızla inanmamak da küfre götürür.[326]



Yapılan amelleri Allah'a kulluk için, O’nun emri olduğu için değil de; çeşitli gayeler için yapmak imansızlığa ileten bir davranış şeklidir.[327] Mü’minin bütün söz, iş ve davranışları, tüm hayatı ve ölümü, âlemlerin Rabbi Allah içindir. Mü’min; ahlâk, ilim, sanat, vatan, bayrak ve halk için değil; yalnız ve yalnız Allah için, O’nun emri ve yasağı olduğu için konuşur ve susar; yapar ve sakınır. Mü’min, bu sayılan değerleri ancak Allah'a kulluk için ve O’nun izin verdiği şekilde yüceltir ve Allah’ın izni doğrultusunda, izin verdikleri uğrunda mücâdele verir.



Yaratmak ve kanun yapmak hakkı yalnız Allah'a ait iken; Allah’tan gayrı güçlerin, fert ve kurumların, kesin emirler vermek, yasaklar koymak, helâl kılmak, haram kılmak hakkı olduğunu kabul etmek de küfre götürür. Çünkü İslâm’da egemenlik/hâkimiyet yalnız Allah'a aittir. Halkın, parlamentoların, Allah’ın emir ve yasakları ile çelişen ve çatışan karar alabileceğine ve bu kararların İslâm açısından meşrû olabileceğine inanmak, böyle düşünmek kesinlikle küfürdür.[328]



Hakkında kesin İlâhî hükümler olmayan konularda, -bilim, uzmanlık, istişare ve referandum verilerine itaat gibi- Allah’ın itaat edilmesine izin verdiklerinin dışındaki düşünce sistemlerine ve gayr-ı İslâmî kurumlara itaat da küfre götürür. Mü’min, İslâm nizamına teslim olmayan kendi nefsine, İlâhî kanunlar açısından değerlendirme yapmayan bilim ve politika adamlarına ve İslâm dışı temeller üzerine kurulmuş kurumlara itaat edemez. Allah'a isyan hususunda insanlara ve kurdukları kurumlara itaat yoktur.[329]



Din hürriyetimizi kısıtlayan toplumumuzda, aramızda vasiyet, miras, alım-satım, nikâh, boşanma gibi işlerimizi, Allah’ın indirdiği ölçülere göre değil de; bu ölçülere zıt prensiplere göre -gönül rızâsıyla- düzenlemek, “devir değişti” gibi hezeyanlarla Allah’ın kanunlarının geçerli olamayacağına inanmak da küfre götürür.[330]



İslâm’ın iman, ibâdet, hukuk, iktisat ve ahlâk dallarına ait bir tek hükmünü dahi küçümsemek, modası geçtiğine inanmak; yani “artık kısas fikri geçerliliğini kaybetti; fâiz yasağına yer yok; kadınların örtünmelerine ne lüzum var?; karşılıklı rızâ oldukça, ya da devletin korumasına aldığı ve uygulanması için gösterdiği yerde zinada sakınca yok; beş vakit namaz biraz fazlacadır” gibi ve benzeri fikirlerin bir tekini dahi benimsemek küfürdür. Zira İslâm bir bütündür. Onun bütün hükümleri yücedir ve tartışma üstüdür.[331]





Amel bakımından kusurlu olsalar da, mü’min iş, sanat ve ilim adamları dururken onlara ilgisiz kalıp; kâfir ve münâfıklara muhabbet beslemek ve onlarla Allah'ın müsaade etmediği konularda yardımlaşmak da İslâm’a ve mü’minlere ihanet olduğu için küfürdür.[332]



Mal ve mevki gibi dünya nimetlerini düşüncelerimizin ve çalışmalarımızın tek gayesi edinmek, âhiret hayatını hedef alarak yaşamamak, öz ifadeyle dünyayı âhirete tercih etmek de yalnız inkârcıların vasfı olduğundan, neticesi İslâm’dan kopmak olan bir tutumdur.[333]



İslâm’la tezat teşkil eden bu tür zihniyet, iş ve davranışlardan kafamızı, kalbimizi ve diğer organlarımızı arındırmazsak, imanımızı kaybetmemiz kaçınılmaz olur. Mü’min, amelden küçük tavizler vermekle, yani Allah’ın emir ve yasaklarının tümüne göre hayatını düzenlememekle imanını zaafa uğratır, ama mümkün ki imanını yitirmez. Fakat, yukarıda sunulan örneklerde olduğu gibi, İslâm’ın iman/itikad nizamı ile ilgili konularda önem vermemezlik sebebiyle tâviz verirse imanını yitirir. Dünyası mânâsını, güzelliğini kaybeder. Bâtıl fikir ve yaşantıların kölesi olur, tüm yaptığı hayırları neticesiz kalır, âhiret hayatı mahvolur. “Gerçek mü’minler, Allah'a ve rasûlüne iman eden ve sonra da şüpheye düşmeyen, (inancının hâkimiyeti uğrunda) mallarıyla ve canlarıyla cihad/mücâdele vermiş olanlardır. İşte gerçek doğrular bunlardır.”[334]

Küfrün Anatomisi


Zaman içerisinde peygamberlerin yolundan sapanlar, Allah'ın büyüklüğünü inkâr ederek kendilerinin büyüyebileceklerine inanmışlar. Kendi akıllarını kendilerine put yapmışlar. İçlerinde soyut bir şekilde olan putlarını dışarıda somutlaştırarak tapınma ihtiyacını gidermişler. Ateşe, Zeus'a, Minerva'ya, ineğe, Ahuramazda'ya, Apollon'a tapınanlar, aslında kendilerine tapınmakta ve kendi çıkarlarını güvence altına almaktalar. Hz. İbrahim, bu kendi çıkarları için put yapan putperestlere: "Aranızda muhabbet/sevgi vesilesi olsun için Allah'ı bırakarak putları tanrı edindiniz"[335] diyerek onların putperestlik hâlet-i rûhiyelerini çizmiştir. Aslında putperestler, putların konuşmadığını, fayda ve zarar veremeyeceğini, başına konan bir sineği kovamayacağını biliyorlardı. Günümüzdeki putperestler de ataları gibi putu maske olarak kullanıp kendi menfaatlerine tapınmaktadırlar.



"Ben ateistim, hiçbir tanrıya inanmam" diyen insanın kendine tapındığını haber verir Rabbimiz.[336] Kendine tapınan bu insan, birgün kendinin de öleceğini, kendisini bu dünyaya getiren gücün mutlaka bir gün onu götüreceğini görünce, kendinden daha güçlü birine inanma ihtiyacını hissetti. Nûh’un (a.s.) oğlu gibi koca dağlara sığınmaya,[337] tabiata iman etmeye başladı.[338]



Karıncanın incecik belindeki çelik kuvvet, bülbülün minnacık göğsünde şakıyan ve hiç tekrarı olmayan mûsiki, aynı toprakta biten mor menekşe, kırmızı lâle, beyaz gül, şeker kamışı, acı biber, bir damla kanda milyonlarca canlıya verilen rızık, kendi iç dünyasında meydana gelen değişimler, bütün bunları evirip çeviren birinin ilmini ve kudretini gösteriyor. Son dönemlerde Batıda yapılan araştırmalar, insanları Rabbine biraz daha yaklaştırdı. Deniz altında yaşayan binlerce canlının doğumu, yaşamı ve ölümünde tesadüfe yer olmadığı, aynı topraktan meydana gelen şeker pancarıyla, bir kazandaki yiyeceği acı yapacak acı biberin şekerli çıkmadığı görülünce bütün bu elementleri birleştiren fotosentezi oluşturan ve keşfedilen bu kanunları koyan biri arandı ve neticede Allah inancına dönüldü. Bütün bunları bilen ve görenler, bunları yaratan üstün güce inanmak mecburiyetinde kaldılar. Çünkü kendileri dahi o kanuna uygun olarak doğup büyüyüp ölüyorlar.



Fakat, tabiattaki âyetlerin yaratıcısının Allah olduğuna inananlar, Kur’an âyetlerine inanmak istemediler. Çünkü Kur’an âyetlerine inanmak, çıkarlarını zedeliyordu. Mekke müşrikleri de Allah’ın tabiattaki tek egemen güç olduğunu kabullenmelerine rağmen, İslâm’ı kabullenmiyorlardı. İslâm, monarşik bir idare olan Mekke yönetimine son veriyor, insanın insana hâkimiyetini ortadan kaldırıyordu. İslâm; kumara, fâize, rüşvete, karaborsaya, aldatmaya dayalı haksız kazancı yasaklıyordu. Kadının şehvet metaı gibi alınıp satılmasını engelliyordu. Aklı perdeleyen, ailelerin sönmesine sebep olan uyuşturucuları yasaklıyordu. Bütün bunlardan çıkar sağlayanlar inkâr ettiler, küfrü seçtiler.



Allah'a inandıkları halde, bu tip insanların müslüman olmalarını engelleyen kara perde, gönül cevherlerini kapatan kara pas, benlik pisliğinin kalplerine attığı pastır. “Hayır, onların kazandıkları kalplerini paslandırdı.[339] Allah’ın varlığına inandılar, ancak O’nun adâleti, kendilerinin zulme dayalı çıkarlarını engellediği için atalarının koyduğu câhiliyye dönemi kanunlarının yürürlükte olmasını istediler.



Rabbimiz: “Câhiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”[340] âyetiyle, Allah’tan daha güzel hüküm koyacak birinin olmadığını ilan ederken, bir kısım insanlar Allah’ın dışında tâğutlar huzurunda yargılanmak istedikleri, “Allah’ın indirdiği Kur’an’a ve O’nun Rasûlüne gelin” denildiğinde O’ndan yüz çevirdikleri için kâfir oldular. Tapındıkları putlara kendilerini Allah'a yaklaştırması için tapındıklarını söyleyen müşrikler, diktikleri putlarla gönül ufuklarını kapatmışlar.[341]



“Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da vermeyen şeye taparlar. Kâfir, Rabbine karşı olanların yardımcısıdır.”[342]







Kâfirin Kalbi


Kâfirin nankörlük fiilini işlerken, kalbinin nasıl bir durumda bulunduğu Kur'an'da açıklanır: "Hiç olmazsa azâbımız kendilerine gelince yalvarmaları gerekmez miydi? Fakat kalpleri katılaşmış ve şeytan yaptıklarını onlara cazip göstermişti."[343]; "Eğer, Kur'an'la dağlar yürütülse de, yer parçalansa da, ölüler onunla konuşsa da (kâfirler yine ona inanmazlardı)."[344]; "Bizimle olan andlaşmalarını bozdukları için, onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık."[345]; "Biz, onlara göz, kalp ve kulak verdik, işitmeleri ve kalpleri onlara fayda vermedi. Çünkü her zaman Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler. Şimdi de dört bir yandan bir zamanlar alay ettikleri şey kendilerini kuşattı."[346]; "Kur'an'ı düşünmeyecekler mi, yoksa kalpleri üstünde kilitler mi var?"[347]; "Yaptıkları şey, kalplerini pasa boğdu."[348]







Küfrün Sebepleri


a- Büyüklenme (istikbar): Küfrün sebeplerinin başında büyüklük taslama gelir.[349] İblis'in Âdem için Allah'a secde etmemesinin sebebi de kibir idi.[350]



b- Haddi aşmak (taşkınlık): Küfrün sebeplerinden biri de Kur'an'da "beğâ" fiili ile anılan Türkçesi "başkalarına karşı aşırı kibri yüzünden haksız ya da hukuksuz davranışlarda bulunmak" olan durumdur.[351]



c- Haset: Küfrün sebeplerinden birisi de haset, yani çekememezliktir. Özellikle Yahûdi ve Hristiyanlar, bekledikleri son peygamberin kendi içlerinden değil, Arap kavminden çıkmış olmasını hazmedemediler ve inkâr ettiler. Oysa peygamberi kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı.[352]



d- Düşmanlık: Haset, düşmanlığı doğurur. Bu sebeple küfürde inat başgösterir.[353]



e- Utuv ve tuğyân (çılgınlık, azgınlık): İnsanlar bilhassa refah içinde zengin bir hayat yaşamaya başladıkları zaman çılgınlık ve azgınlık sebebiyle Allah'a ve O'nun vahyine karşı burun kıvırıp, meydan okuyarak küfrün alçaklığına saplanıyorlar.[354]



f- İstiğnâ (kendisini yeterli görmek zannı): İnsanın kendi kendini yeterli görmesi ve kendi dışında İlâhî bir güce ihtiyacı olmadığını zannetmesi yeni değildir. Teknolojinin baş döndürdüğü dünyamızda, insanlar, bu ürünlerinin kulu olarak Allah'ı unutmuşlar ve yaptıklarına tapınmaya başlamışlardır.[355]



g- Cebbarlık: İnsanın büyüklük taslayarak, kendi kendine yeterliliğini tahakküm biçiminde ortaya koymasına cebbarlık denir. Bu da küfrün sebeplerindendir. Kendini bu pozisyonda gören bir insan, Allah'a iman ihtiyacı duymaz, O'nu tanımaz.[356]



Müslüman-Kâfir İlişkisi

Küfür ehliyle mücâdele esastır. “İnsanlar ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun rasûlüdür’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar müstesna; iç yüzlerinin hesâbı/muhâsebesi ise Allah'a aittir.”[357] Müslüman, zaman ve şartların durumuna göre savaşmıyorsa bile, onlara en azından “Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza ibâdet etmem. Sizin dininiz size; benim dinim bana!”[358] deyip, onları reddettiğini göstermek zorundadır. “Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylerinize, putlarınıza da yuh olsun! Siz, akıllanmaz mısınız?”[359]







Elfâz-ı Küfür


Elfâz'ın tekili olan lafız (lafz); söz, kelime ve ifade demektir. Küfür ise "kefera" fiilinden masdar olup, sözlükte; bir şeyi örtmek anlamına gelir. Kalbindeki imanını örten kimseye de bu yüzden münkir veya kâfir denilmiştir. Bir terim olarak, kişiyi küfre düşüren ve dinden çıkmasına sebep olan sözlere "elfâz-ı küfür" adı verilir.



Bir mü'mini küfre düşüren sözler dörde ayrılır. Bunlar: İstihzâ, istihfaf, istihkar ve istinkârdır. İstihzâ, dinin esaslarından birini alaya almak; istihfâf, inanılması gereken ve zarûrât-ı diniyye denilen prensipleri küçümsemek, hafife almak; istihkar, dinle ilgili temel esasları ve dinin mukaddes saydıklarına hakaret etmek, çirkin sözler söyleyip sövmek; istinkâr ise bir İslâmî hükmü açıkça inkâr etmek veya dince mukaddes olan şeylere inanmayıp küfretmek.



Allah’ın varlığı veya birliğini inkâr etmek, bu konuda şüphe içinde olmak, bunu sözle ifade etmek insanı küfre sokar. Allah'ın zâtı, sıfatları, fiilleri, isimleri, emirleri, yasakları hakkında şaka yollu da olsa alay ederek küçümseyici konuşmak ve Allah'a çirkin sözler söylemek kişiyi dinden çıkarır. "Allah ile, O'nun âyetleriyle, O'nun Rasûlü ile alay mı ediyorsunuz? Boş yere özür dilemeye kalkışmayın. Siz imandan sonra küfre düştünüz."[360] Allah’ın sıfatlarından birini dahi olsa inkâr etmek küfürdür. Allah’ı yarattıklarından herhangi bir kimseye veya şeye benzeten; bir canlı veya cansız varlığı Allah’a, sıfatlarını Allah’ın sıfatlarına benzeten; Allah’ın doğmuş veya nesil bırakmış olduğuna inanmak veya Allah’ı herhangi bir eksiklik ya da kusurla itham edip bunu dille söylemek kişiyi İslâm’dan çıkarır.



“Allah bile bana bunu emretse bu işi yapmam.” diyen kimse; Allah’ın affedeceği konusunda ümidini tümüyle kesen kişi kâfir olur. Yine, aşırı umutla Allah tarafından hiçbir hesaba çekilmeyeceğine veya cezaya uğramayacağına inanan kimse kâfir olur. Yine kendisinden veya Allah’a yakın olduğunu sandığı bir kişiden ibâdetlerin düştüğünü, ibâdet yapma gereği kalmadığını kabul eden veya şatahat cinsinden küfür sözleri söyleyen kimse, meselâ “ben Hakk’ım, Cenâb-ı Hakk’ım” diyen kimse kâfir olur.



Peygamberlik kurumunu önemsememek ve peygamberlikle alay etmek, onlar hakkında küçük düşürücü sözler söylemek istihkar (hakaret ve sövme) sayılır. Bu yüzden herhangi bir peygamberi küçük gören, alay eden ve O'na ezâ veren dinden çıkar. "Şüphe yok ki, Allah'a ve Rasûlü’ne eziyet verenlere Allah dünyada ve âhirette lânet etmiştir. Onlara çok küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır."[361]; "Münâfıklardan öyleleri vardır ki, peygamberi incitiyorlar ve 'O her söyleneni dinleyen bir kulaktır' diyorlar. De ki, 'O sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a da inanır, mü'minlere de. İman edenleriniz için bir rahmettir. Allah'ın Rasûlüne eziyet verenlere ise acıklı bir azab vardır."[362]



Hz. Peygamber'e hakaret dinden çıkardığı gibi, mukaddes kitaplara ve Kur'ân-ı Kerim'e hakaret veya mukaddes kitapların aslını inkâr edici sözler söylemek de küfürdür. Kur'an'la, bir sûresi veya âyetiyle alay etmek, onu küçümsemek küfürdür. Meleklere hakaret etmek, alay etmek, ayıplamak, onları küçük görmek küfürdür. Cebrâil'in vahyi getirirken hata ettiğini, Hz. Ali yerine yanlışlıkla Hz. Muhammed (s.a.s.)'e vahyi verdiğini söylemek de kişiyi dinden çıkartır. Azrâil'e, ölüm meleği olduğu için hakaret etmek, meleklerin dişi olduğunu söylemek de küfürdür. Sahâbeleri tekfir ederek, onların mü'min olmadığını söylemek de küfür kabul edilmiştir. Sahâbeyi küçümsemek, alay etmek ve onlara buğz etmek ise bid'at ve sapıklıktır.[363] Bir kimsenin, kendisine ya da bir başkasına vahiy indiğini iddia etmesi ya da değişik ifadelerle peygamber olduğu iddiası küfürdür. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) son peygamber olduğunu kabul etmemek, yeni bir peygamberin geleceğini bekliyor olmak insanı kâfir yapar. Herhangi bir şahsı (meselâ Hz. Ali’yi veya ******’ü) Hz. Muhammed’den (s.a.s.) üstün görmek ya da onunle eş değerde tutmak küfürdür.



“Filan kimse peygamber bile olsa ona inanmam” demek;

“Eğer Hz. Muhammed’den sonra bir peygamber gelecek olsaydı, filan zât peygamber olurdu” demek;

“Eğer Âdem suç işlemeseydi cennette yaşayacaktık. Bütün bu belâlar onun yüzünden başımıza geldi” demek de insanı kâfir yapar.

Kur’an’ı, Kur’an’dan bir âyeti veya hükmü yalanlamak, çarpıtmak, alay konusu yapmak, saygısızlık yapmak kişiyi küfre sokar. Kur’an hükümlerinden birini olsun yürürlükten kaldıran veya uygulanmasını engelleyen yönetici kâfir olur. Kur’an ahkâmı içinde yürürlükten kaldırılmış bir hüküm varsa, bu hükmün yerine konmuş olan yasayı uygulayan, uygulanmasını kolaylaştıran ve bu durumun farkına varıp rızâ gösteren kimselerin İslâm dini ile hiçbir ilişkileri kalmaz.[364]



Bir müslümanın kitabına sövmek,

Kur’an’da eksiklik veya fazlalık olduğunu ileri sürmek,

Kur’an’ı çağdışı, çöl kitabı, bedevî kanunu olarak nitelemek,

Kur’an’ın öngördüğü ceza ve miras âyetlerini acımasız ve adâletsiz bulmak ve bunu söz veya tavırlarıyla ifade etmek,

Yine Kur’an’ın nassıyla kesin şekilde yasaklanmasına rağmen (fâizle işlem yapmayı, alkollü içki kullanmayı, zina etmeyi ve benzer) yasakları yasallaştıran “mürted” ülkelerin kanunlarına gönülden saygı beslemek ve bu yasaları Kur’an’a tercih etmek insanı kâfir yapar. Allah’ın haram kıldığı bir şeye başlarken besmele çekmek,

Haram bir fiil işledikten sonra, dünyevî kazançtan dolayı Allah’a şükretmek veya haram bir şey yedikten sonra “El-hamdü lillâh” demek,

Kur’an okuyan kimse ile -okuduğu sırada- alay etmek,

Kur’an’a uymayı öğütleyen veya Kur’an hükümlerine dâvette bulunan kimseye eziyet etmek, onu meczup ve mecnun gibi sıfatlarla niteleyerek hakarette bulunmak,

Kur’an’da fal açmak, onu büyü, üfürük gibi çirkin işlerde araç olarak kullanmak,

Kur’an’ın ölü ruhuna okunmak üzere indiğine inanmak,

Tevrat, Zebur, İncil ve suhuflara hakaret etmek, onların hiç tahrif edilmediğini (değiştirilmediğini) veya içlerinde vahiyden hiçbir eser bulunmadığını ileri sürmek insanı İslâm dairesinden çıkarır, kâfir yapar.



Helâlı haram, haramı helâl sayan, sihirle/büyüyle uğraşan, fala inanan, kâfirle dost geçinen, ilme söven, ilacın iyileştirici etkisini Allah’ın irâde ve kudretine bağlamayan, fânîleri tanrılaştıran, “kahrolsun şeriat!” diye slogan atan; Pozitivizmi, Darvinizmi, Sosyalizmi (Laikliği, Kemalizmi, Demokrasiyi ve her türlü beşerî ideoloji ve düzenleri) İslâm’dan üstün tutan, süt kardeşle evliliği meşrû gören insan, -kim olursa olsun- hem mantıksız, hem ahlâksız, hem de imansızdır! Çünkü imansızlık gerçek anlamıyla ahlâksızlık ve mantıksızlık demektir; Allah’ın yasalarına kafa tutmak demektir.[365]



Söyleyeni dinden çıkaran küfür sözlerinin bu sonucu meydana getirmesi için hür bir irâde ve ihtiyarla söylenmesi gerekir. Tehdit, zor ve baskı altında küfür sözlerini söyleyen kimse, ikrâh-ı mülcî yani tam zorlama ile, öldürme, kesme, bedene zarar verme ve şiddetli dövme gibi işkence veya bu tehditler varsa küfür sözü söyleyebilir. "Kalbi imanla dolu olduğu halde, küfre zorlanan müstesnâ olmak üzere, kim iman ettikten sonra, küfre sîne açarsa Allah'tan onlara bir azap vardır."[366] Bu âyet, küfre zorlanan kimsenin dinden çıkmayacağını gösterir. Nitekim Mekke müşrikleri, Yâsir ile hanımı Sümeyye'yi İslâm'dan dönmeleri için zorlamış, işkence altında ikisini de öldürmüştü. Yâsir'in oğlu Ammâr'ı da bir kuyuya atarak işkence yapmışlar, Ammâr işkenceye dayanamayarak, kalbi imanla dolu olduğu halde, diliyle İslâm'dan döndüğünü söylemiş ve canını kurtarmıştı. Haber Hz. Peygamber'e ulaşınca, kendisiyle görüşmüş ve yine işkenceye mâruz kalırsa aynı sözleri söylemesine ruhsat vermişti. Yukarıdaki âyet-i kerime bu olay üzerine inmiştir.



Günümüzde nice şarkılarda dinle ilgili kutsal esaslara hakaret taşıyan, kadere isyan eden, bir kadını putlaştırıp Allah'ı sever gibi sevme ifadeleri “müslümanım” diyen insanlar tarafından rahatlıkla söylenebilmektedir. Bir futbol takımı ekber, yani Allah'a ait olan "en büyük" ifadesiyle sloganlaştırılabilmekte, öğrencilere bir şahıs hakkında ilâhî özellikler verilerek antlar, şiirler söylettirilebilmektedir. Medyada, kahvelerde, sokaklarda nice elfâz-ı küfür rahatlıkla ağızlardan çıkabilmektedir. "İşimiz Allah'a kaldı", "Allah'lık" gibi ifadelerle Allah hakkında küçültücü ifadeler söylenebiliyor. Azrâil'e kızılıp ileri geri sözler söylenebiliyor. Bir kıza "Melek" ismi verilebiliyor, felek ifadesiyle göklerin insan kaderi üzerinde etkisi kabullenilerek ona kader adına hakaretler edilebiliyor. Açıkça kadere de çatılabiliyor. Zamana sövülebiliyor. Cennet ve cehennemle ilgili fıkralar anlatılarak Allah'ın ödül ve cezası şaka konusu edilebiliyor. Dini küçük düşürücü Bektaşi fıkraları veya dinin kutsallarını küçük düşürecek uydurmalar anlatılabiliyor. Allah'ın sıfatları başkasına verilebiliyor. Allah'tan başkasına duâ edilip medet ve yardım istenebiliyor. Allah'tan başkası adına yemin edilebiliyor. İnsanın ağzından çıkan her sözün hesabının isteneceği unutularak küfür lafızları sakız gibi ağızlarda dolaşabiliyor. Bütün bunlar, elfâz-ı küfür, küfür, şirk, irtidat gibi Akaid konularının kapsamına girmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
kÜFÜR
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» kÜFÜR(dEVAM)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MeDinE~Fm Forum :: İSLAM DİNİ :: AKAİD-
Buraya geçin: