Zeyneb (r.anhâ) bir taraftan yeni gelen vahyi öğreniyor, ezberliyor bir taraftan da kocasının imana gelmesi için sürekli duâ ediyordu. Fırsat buldukça yeni gelen dinden bahsediyor ve onun gönlünü kazanmağa çalışıyordu. Bu duygu ve düşünceler içerisinde ona sevgi ve hürmetlehizmet ediyordu. Müslümanlar birer birer çoğalmaya başlayınca müşriklerde babasına ve bütün müslümanlara işkence etmeye karar verdiler. Bunu duyan Zeyneb çok üzülüyordu. Fakat gün geçtikçe inananlar çoğalıyordu. Mekke müşrikleri de şiddet kullanmağa başlamışlardı. Allah Teâlâ müslümanları o zâlimlerin elinden kurtarmak için hicrette izin verdi. Sevgili babası, annesi, kardeşleri birlikte hicret ettiler. Zeyneb (r.anhâ) ise Mekke'de yalnız kaldı. Kocası Medine'ye gitmesine izin vermedi.
Zeyneb (r.anhâ)'ya bu ayrılık çok dokundu. Müşrik birisiyle evli olmasına çok üzülüyordu. Fakat sabırdan başka çaresi de yoktu. Zira hayat bir imtihandı. Bu sıkıntılardan ancak sabırla kurtulacağına inanıyordu. Allah her şeye kâdirdi. Her şeyi görüyor ve biliyordu. O'na tevekkül etti. O'na duâ ve niyazda bulundu. Sabretti, sebat etti ve neticeye erdi.
Hicretten bir sene sonra idi. Mekkeli müşrikler Medine'de toplanan müslümanlara savaş ilân etti. Kuvvetli bir ordu ile Bedir'e geldi. Müslümanlar sayı ve techizat bakımından çok az ve zayıftı. Ama Allah Teâlâ'nın yardımının kendileriyle olduğuna inanıyorlardı. Bu imanla meydana atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Allah Teâlâ görünmeyen ordularıyla müslümanlara yardım etti ve zaferi elde ettiler. Müşriklerin kimisi kaçtı, kimisi esir alındı. Rasûlullah (s.a.) Efendimizin damadı Ebû'l-As da esirler arasında idi.
İki Cihan Güneşi Efendimiz Savaştan sonra ashabını toplayıp esirler hakkında istişarede bulundu. Sonra vahiy geldi ve Esirler fidye karşılığı serbest bırakılacaktı. Ebû'l-As Mekke'de hanımı Zeyneb'e haber gönderdi. O da bir miktar para ile annesinin hediye ettiği gerdanlığı, kolyeyi gönderdi. Bunlar Ebû'l-As'ın fidyesi olarak Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz'in eline verildiğinde çok duygulandı. Mahzun oldu. Ashâbına: "Eğer uygun görürseniz bunu geri verelim. Bu Hatice'nin hatırasıdır." buyurdu.
Ebû'l-As'a gerdanlık ve para geri verildi. Yalnız Mekke'ye vardığında Zeyneb'i Medine'ye göndermek üzere söz alındı. Zira yeni gelen bir vahiyle: "Müslüman hanım, müşrik erkeğe haram kılınmıştı." (Mümtehime Sûresi: 10) O da söz verdi ve sözünde durdu. Mekke'ye varınca çok sevdiği Zeyneb'ini Medine'ye uğurladı.
Zeyneb (r.anhâ) eşyalarını toparlayıp hazırlığını tamamlayınca anneciğinin kabrini ziyaret etti. Kızı Ümame ile birlikte kabrin başına vardı. Gözyaşları içinde, hıçkırıklara boğularak Kur'an okuyup dualar ederek can anneciğine veda etti. Sonra eve döndü. Müslüman olmuş komşu hanımlarıyla da helallaştı. Gündüz gözüyle teyzeoğlu Kinâne onu Mekke dışına çıkarıp Medine'den gelen Peygamber (s.a.) Efendimizin evlâdlığı Zeyd (r.a.)'a teslim edecekti: Eşyaları deveye yüklendi. Önce Zeyneb bindi deveye, sonra da kızı Ümame'yi aldı yanına. Kinane devenin yularını tuttu ve hareket ettiler. Zeyneb tekrar kocasına baktı. O da ona bakıyordu. Her ikisi de ağlıyordu. Gözyaşları iplik iplik akıyordu.
Zeyneb, Medine'ye babası ve kızkardeşlerinin yanına gidiyordu. Hamile olduğu halde kocasının yanında kalmamıştı. Biri karnında biri de kucağında olduğu halde Medine'ye gidiyordu. Kocası da onun bu haline çok üzülmüştü. Hatta ayrılığına dayanamadığı için kardeşi Kinane ile göndermiş ve: "Babana söz vermiş olmasaydım göndermezdim Zeyneb'im" diye oturup ağlamıştır.
Kimse bir şey demez zannıyla güpegündüz çıkmışlardı, yola. Fakat azılı müşrikler haberi duyunca peşlerine düşmüş ve onlara Zîtuva mevkiinde yetişmişlerdi. Habber ibni Esved adındaki azgın müşrik bütün kiniyle, öfkesiyle ve var gücüyle deveye saldırdı. Deveyi ürküttüler. Havdecin bağlarını kesip yere düşürdüler. Zeyneb (r.anhâ) ve kızı da yere yıkıldılar.Kinane saldırganlarla çarpışmaya başladı. Zeyneb'i yara bere içerisinde görünce yüreği dayanamadı ve saldırganlara: "Yaklaşmayın! Kalbinize oku saplarım." diye tehdit ederek onları korumağa çalıştı..
Kinane keskin nişancı ve usta ok atıcısıydı. Onlara: "Yaklaşmayın, hiç acımam, kalbinize oku saplarım" dedi. Onlar da: "Seninle bir alışverişimiz yok Kinâne. Sadece Zeyneb'i götüremezsin." dediler. Ebû Süfyan araya girdi ve onu ikna etmeye çalıştı. Ona şunları söyledi:
"Kinane!.. halkın gözü önünde güpegündüz yola çıkmanız doğru bir hareket değil. Sen Muhammed'in başımıza getirdiklerini biliyorsun. Onun kızını böyle açıktan alıp götürmen bizim aczimize delil olacaktır. Bu işi sen geceleyin hallet. Şimdi Mekke'ye götür. Halkın itirazı kesildikten sonra gizlice al ve götür" dedi.
Kinâne tamam dedi ve yara-bere içerisinde kalan Zeyneb (r.anhâ)'yı Mekke'ye götürdü. Atike halanın titiz bir şekilde bakımıyla birkaç gün içerisinde kendine gelen Zeyneb (r.anhâ)'yı tekrar geceleyin gizlice Mekke'den çıkarttılar. Kendilerini bekleyen Zeyd (r.a.) ve arkadaşlarına teslim ettiler.
Zeyneb (r.anhâ)hevdecin içinde giderken, bir yandan başına gelenleri düşünüyor bir yandan da kocasının hidayeti için sürekli duâ ediyordu. Ebû'l-Âs ile 16 yıl beraber yaşamışlardı. Ondan en küçük sert, kaba bir hareket görmemişti. Kendisine bir defa olsun bağırıp çağırmamıştı. Birbirlerini çok iyi anlamışlardı. Aralarında sevgi, şefkat ve merhamet hâkimdi. Elbette onun hidayeti için duâ edecekti.
Bu küçük kafile zor ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Hz. Zeyneb babasına ve kardeşlerine kavuşmanın sevinciyle bütün ağrı ve sızılarını unutuverdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz de dâmadının bu davranışını takdirle karşıladı ve: "Bana doğruyu söyledi. Söz verdi ve sözünü yerine getirdi." buyurarak onu taltif etti.
Hz. Zeyneb Medine'de huzur ve seâdete kavuştu. Kocası Ebû'l-Âs ise sıkıntı içerisindeydi. Kendisini ticârî seyahatlere vermişti. Hicretin 6. yılında ticaret kervanıyla Şam'dan dönerken Medine civarında Îs Mevkiinde baskına uğradı. Kervanın etrafı sarıldı. Kervancıbaşı Ebû'l-Âs olduğu görülünce seriyye komutanı tarafından kimsenin öldürülmemesi istendi. Canlarını emniyette gören kervandakiler de karşılık vermeden, çarpışmadan teslim oldu. Kervan Medine'ye götürüldü. Şehre girince Ebû'l-Âs bir yolunu buldu ortadan kaybolup kaçtı ve Zeyneb'in kapısına vardı. Ondan eman diledi. Sabah namazı vakti idi. Zeyneb (r.anhâ) hemen mescide koştu ve yüksek sesle kendini tanıtıp Ebû'l-Âs'ın kendi emanında olduğunu duyurdu. Sevgili Peygamberimiz de: "Zeyneb'in eman verdiğine biz de eman verdik." buyurdu.
Hz. Zeyneb, babacığı Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize geldi. "Ne yapmalıyım?" diye sordu. Efendimiz de: "Kızım, ona ikramda bulun. Fakat uzak dur. Çünkü birbirinize helâl değilsiniz." buyurdu. Zeyneb hızla evine vardı. Ebû'l-Âs kapının önünde hâlâ ayaktaydı. İçeri buyur edip yemek hazırladı ve kızı ile birlikte yemek üzere önlerine koydu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz alınan ganimet ve esirler konusunda ashabıyla istişare yaptı ve onlara: "Uygun görürseniz, Ebû'l-Âs'ın bütün mallarını ve arkadaşlarını geri veriniz!" buyurdu. Zira Ebû'l-Âs'ın gönlü artık İslâm'a açılmıştı. Onun mahcub bir vaziyette huzura gelişi ve gözlerindeki ifade bunu hissettirmişti. Bütün malları ve adamları geri verildi. Bu hadise Ebû'l-Âs'a çok tesir etti. Oracıkta müslüman olmağa karar verdi. Fakat ilân edemedi. Emanetleri sahiblerine verip öyle ilân etmeliydi. Derhal Mekke'ye doğru yola koyuldu.Gönlü Medine'de kaldı.
Kervanı karşılamaya gelenleri toplayan Ebû'l-Âs bütün malları sahiplerine dağıttı. Sonra: "Bende herhangi bir alacağı olan kaldı mı?" diye üç defa sordu. Her seferinde: "Hayır, yoktur." cevabını aldı. Daha sonra: "-Beni nasıl bilirsiniz?" diye sordu. Onlar da: "-Doğru, dürüst ve güvenilir biliriz." diye cevap verdiler. Tekrar: "-Benden yalan bir söz işittiniz mi?" dedi. Onlar da: "-Hayır, işitmedik." dediler. Bunun üzerine: "Vallahi yanınıza gelmeden önce müslüman olmaya karar vermiştim. Ancak "Mallarımıza konmak için din değiştirdi!" demeyesiniz diye ilân edemedim. Ben şehâdet ederim ki; Allah'tan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (s.a) de O'nun kulu ve Rasûlûdür." diyerek kelime-i şehadet getirdi.
Müşriklerin şaşkın bakışları arasında evine gidip eşyalarını aldı ve Medine'ye doğru yola çıktı. Gece gündüz dinlenmeden devesini sürdü. Sevgililere kavuşmak üzere yol aldı. Nihayet Medine'ye ulaşınca doğru Mescid-i Nebi'ye gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna vardı ve kelime-i şehadet getirdi. Oradan Efendimizin izniyle Sevgili Zeyneb'ine ve kızı Ümâme'ye kavuştu. Efendimiz nikahlarını tazeledi. Böylece üzüntüler, sıkıntılar tekrar sevince ve mutluluğa dönüştü.
Hz. Zeyneb (r.anhâ) muradına ermişti. Kocası hidayete gelmişti. Fakat bu sevinç çok kısa sürmüştü. Aradan bir sene geçmeşti. Zeyneb (r.anhâ) hastalanıp yatağa düştü. Hicret esnasında bir hayli yıpranmıştı. Bu hastalıktan kurtulamadı. 8 h. senede 30 yaşlarında iken Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Sevgili annelerimizden Hz. Sevde ile Ümmü Seleme ve diğer hanım sahabîlerden Hz. Ümmü Eyman ile Ümmü Atıyye (r.anhûmâ) Hz. Zeyneb'in evine gittiler. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onlara: "Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest âzalarından başlayınız. Tek sayıda üç-beş-yedi kere, hatta gerekli görürseniz bundan fazla yıkayınız. ?Sonunda suya kâfur, yahut kâfurdan biraz koku koyunuz. Yıkama işini bitirince bana bildiriniz." buyurdu.
Yıkama işi tamam olunca Efendimiz gömleğini gönderdi ve: "Bunu ona iç gömlegi yapınız." buyurdu. Sonra cenaze namazını kıldırdı. Kabrin başına geldi ve kazılan kabre hüzünle baktı. Düşünceli ve üzgün bir vaziyette kabre indi. Biraz bekledi ve duâ etti. Sonra sevinç içerisinde dışarı çıktı. Oradakilere şu müjdeyi verdi:
"Zeyneb'in zayıflığını düşünüp Allah Teâlâ'dan onun kabrini genişletip sıkıntısını gidermesini diledim. Allah duamı kabul buyurdu ve kabrini genişletip, sıkıntısını giderdi." buyurdu.
Hz. Zeyneb (r.anhâ) dini, imanı uğruna çok çileler çekti. Sabırla, sebatla bu sıkıntılara direndi. Müşrik kocasına karşı nezâket, edeb sevgi ve saygıyla hizmet etti. Onun gönlünü bu şekilde fethetti. İslâm'a kavuşmasına vesile oldu.
Sevgi en büyük bağdı. İnsanları birbirine yaklaştıran, birbirine hizmet ettiren en kuvvetli nesne manevî bir güç... Huzura kavuturan, mutluluğa erdiren bir tılsım...
İki Cihan Güneşi Efendimiz torunu Ümâme'yi çok severdi. Bir keresinde namaz kılıyordu. Ümâme'de omuzlarında idi. Rûkû'ya vardığında onu yere koyuyor. Secdeden kalkarken yine omuzlarına alıyordu. Birgün bir gerdanlık hediye olarak gelmişti. Onu aile halkı içinden bana en sevgili olana vereceğim dedi. Sonra Ümâme'yi çağırıp boynuna taktı.
Cenâb-ı Hak bizlere o sevgili aile halkının birer ferdi olabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasîb eylesin. Amin.