MeDinE~Fm Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

MeDinE~Fm Forum

İslami MeDinE~Fm Forum Radyomuzu dinlemek için...( http://www.vahdetfm.com/radyo.htm )....adresine girebilirsiniz...
 
MedinefmAnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 YEGANE DÜNYA NİZAMI İSLAM DEVAM

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
KIYAM

KIYAM


Mesaj Sayısı : 25
Kayıt tarihi : 30/09/09

YEGANE DÜNYA NİZAMI İSLAM DEVAM Empty
MesajKonu: YEGANE DÜNYA NİZAMI İSLAM DEVAM   YEGANE DÜNYA NİZAMI İSLAM DEVAM Icon_minitimeÇarş. Eyl. 30, 2009 10:40 am

Bu hıristiyan yazar, son asırlarda bu neviden ce reyan eden misalleri vermeye devam eder ve nihayet
der ki :
«Diğer yönden Mısır'lı çiftçiler, müslüman olduk ları halde askerî hizmetten muaf tutulmuşlar ve bu nun karşılığı olarak -Hıristiyanlara yapıldığı gibi- ken dilerinden cizye alınmıştır...»
Daha önce de cizyenin mahiyeti hakkında hük mümüzü verdiğimiz gibi o, husûsî ve umûmî yönden İslâm'a saldırmak isteyenlerin iddialarını çürütmekte dir.
İslâm, diğer dinlere mensup olanlara ve hatta dinsizlere bile, müslümanlara veya başkalarına, ön ce kendi saldırmadıkça ne düşmanlık yapar, ne mal larına el koyar, ne de onlara harp açar. Hatta İslâm nizamı, İslâm'ın sonsuz bir ihtiramla koruduğu anlaş malar yoluyla, onlarla yardımlaşmaya müsamaha gös terir.
Resûlüllâh -S.A.V.- bir çok anlaşmalar yapmış ve bazen bu anlaşmaları bizzat kâfirler arzu etmiş ol dukları halde, bu anlaşmaları kelimenin tam mânâ-siyle muhafaza etmiştir. Hatta karşı taraf anlaşmayı bozmadıkça kendilerinin de onu bozmalarına müsaa-
41
de etmemiştir. Kur'an-î hükümler, sözleşmelerin ko runması hakkında kesin ve açık birer delildir. Bu mevzu, kısa da olsa üzerinde durmaya değer bir mevzudur. İslâm'ın milletler arası anlaşmalar mevzu undaki görüşünü şu âyet-i kerîme hülâsa etmekte dir :
«Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yur dunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı vs onlara karşı âdil davranmanızı yasak kılmaz. Doğru su Allah, âdil olanları sever. Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi ya sak eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalim dir.» (51)
İşte bu ilâhî düstûra göre bütün insanlarla karşı lıklı muamele yapılır. Bu da, saldırmalarından emin olduğu takdirde insanî sevgi bağını muhafaza etmek ve beşeriyeti biribirine bağlayan rabıtaları kuvvetlen dirmek gayesiyle kendisine düşman kesilenlerle bile kuvvetli dostluk bağlarını kurar ve düşmanlığı orta dan kaldırır. Yukarıdaki âyetten önce diğer bir ilâhî hüküm vardır:
«Allah'ın, sizinle düşmanlık gösterdiğiniz kimse ler arasında bir sevgi yaratması mümkündür. Allah, Kadirdir. Allah Bağışlayandır. Acıyandır...» (52)
Ahde vefa hakkında çok âyet-i Kerîmeler vardır. Biz onların bir kaçı ile iktifa edeceğiz.
«Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine geti rin. Allah'ı kendinize kefil kılarak pekiştirdiğiniz ye minleri bozmayın. Allah, yaptıklarınızı şüphesiz bilir. Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü,
(51) E!-Mümtehine, 8-9
(52) El-Mümtehine, 7
42
aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip kat ladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın.» (53)
İslâm, bu âyetle ahde vefayı ve onu bozmamayı kesin olarak belirtilmiştir. Hilekârlıktan ve verilen sözde durmaktan sakındırmıştır. «Bir ümmetin diğer bir ümmetten daha çok olmasını» sebep göstererek bunları mubah görmek, İslâm'ın hükümlerine zıtdır. Bu, aldatıcı ve yalancı siyaset adamlarının beyan et tikleri özürden başka bir şey değildir. Ki onlar, «Mem leket menfaati îcabıdır» gerekçesiyle yalanı ve veri len sözü bozmayı mubah görürler. İşte İslâm, bunu şiddetle meneder. Hatta daha önce verilen ahdi, müslüman kardeşlerine yardım etmek için bile boz masını caiz görmez. Şartlar, düşmanlar tarafından ko runmuş olduğu müddetçe; böyle bir ahdi bozmak, İslâmi hükümlere göre yasaktır.
«... Dîn uğrunda yardım isterlerse aranızda an laşma olan milletten başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir...» (54) İşte bu âyet, ahde vefayı öy le bir dereceye çıkarmıştır ki; kelimeler bunu izah tan âciz kalır...
Bunlar birer nazariye veya hayalî birer misal de ğil müslümanların hayatında ve milletler arası bağ larında birer canlı olaydır. İslam tarihinde bu mevzu ile ilgili çok vesikalar vardır. Fakat biz burada sade ce bazılarıyle iktifa edeceğiz :
Huzeyfe bin Yemân -R.A.- der ki: Şu sebepten Bedir muharebesine iştirak edemedim: Ebû Huseyl ile beraber yola çıkmıştık. Yolda Kureyş müşrikleri bizi yakalayarak «Siz Muhammed'e iltihak etmek mi istiyorsunuz?» diye sorduklarında «Hayır!.. Biz Medi-
(53) En-Nahl, 91 -92
(54) El-Enfâl, 72
43
ne'ye gidiyoruz» dedik. Bunun üzerine Medineye git memiz ve Hz. Peygamberle birlikte muharebe etme miz için bizden yemin istediler. Biz de yemîn ettik ve yolumuza devam ettik. Bu arada Resûlüllaha gelerek hikâyeyi anlatınca; bize «Gidiniz!.. Biz, onlara verdi ğiniz sözde durur ve karşılarında Allah'a sığınırız» dedi,
Resûlüllah -S.A.V.- in azatlısı Ebû Râfi' der ki : Kureyşlilerin elçisi olarak Resûlüllah'a geldiğim ve onu gördüğüm zaman; müslüman oldum ve Yâ Re sûlüllah!.. Ben artık onlara dönmeyeceğim dedim. Bu nun üzerine Resûlüllah -S.A.V.- buyurdu ki: «Ben ne ende ihanet ederim, ne de elçi tutarım. Fakat onlara dön. Şayet şu anda kalbinde bulunan şey, o zaman bulunursa; dönebilirsin...»
Süheyl bin Ömer, Resûllüllah -S.A.V.- ile Hudeybiye sulhunu müzâkere ettiği bir sırada henüz sulhnâme, Resûlüllah -S.A.V.- tarafından imzalanmadan Ebû Cendel bin Süheyl, boynunda zincirler olduğu halde kâfirlerden kaçarak çıkageldi. Süheyl, oğlunu görünce ayağa kalkıp boynundaki zincirleri tuttu ve Resûlüllah'a hitaben «Yâ Muhammed -S.A.V.- !... Ara mızda anlaşma yapılmış durumdadır. Bunu geri vermelisin.» deyince; Resûlüllah -S.A.V.- «Doğrusun!..» dedi. Bunun üzerine Ebû Cendel -R.A.-in; «Ey müslümanlar!.. Dînin uğrunda öldürülmem için mi müşrik ler arasına gönderiliyorum?» hitabına rağmen bir fay da görmemiş ve Resûlüllah, her ne kadar anlaşmayı imzalamamışsa da yine bu anlaşmanın şartlarına uya rak onu müşriklere iade etmişti.
Ve son olarak: İslâm camiası, inanış, ırk, renk ve milliyet farkı gözetmeksizin; İslâm topraklarında yaşıyan bütün vatandaşlara mutlak adaleti temin eder... Ve bu sıfatla eski veya yeni hiç bir toplumun
44
erişemediği seviyeye yükselir. Tarihî vakıaların teyîd ettiği bu hakîkati belirten pek çok ilâhî hükümler de vardır.
Meselâ; Kur'ân-ı Kerim, adaletten bahseder ve bu adaletin, insanlar arasındaki adalet olduğunu bil dirir.
«Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline tes lim etmenizi ve İnsanlar arasında hükmettiğiniz za man adaletle hükmetmenizi emreder.» (55)
Sonra cemiyette inkâr edilmesi mümkün olma yan müsamaha ve iltimaslardan... Akrabalık ve dost luk münasebetlerinin doğurduğu iltimaslardan... Düş manlık ve nefret duygularının sebep olduğu tek ta raflılıktan bahsederek adalet düsturunun bozulma ması için bu gibi fikirlerin tamamen atılmasını emre der.
«... Konuştuğunuzda, -akraba bile olsa- sözünüz de âdil...» (56) «... Bir millete olan öfkeniz, sizi ada letsizliğe sürüklemesin. Âdil olun. Bu, Allah'a karşı gel mekten sakınmaya daha yakındır.» (57)
Sevgi ve düşmanlık gibi hislerin, dengesini boz madığı ve akrabalık ile nefretin, esaslarını değiştir mediği mutlak adalet, işte bu adalettir... Adalet!.. Fertler arasındaki bağ ve münasebetlerden ve millet ler arasındaki buğuzdan müteessir olmayan adalet... Müslümanlarla aralarında kin olsa bile diğer kavim lerin veya milletlerin kendisinden istifade ettiği haseb, neseb, mal ve şan gibi hisler dolayısiyle bir ayı rım yapılmaksızın bütün İslâm ümmetinin teker teker kendisinden istifade ettiği adalet...
(55) En-Nisâ', 58
(56) El-En'âm, 152
(57) El-Mâide, 8
45
İşte bu, adalet yönünden şu âna kadar hiç bir beşerî kanunun ve hiç bir dahilî kuralın erişemediği bir zirvedir. Bunun aksini iddia edenler, milletler ara sındaki kuvvetlerin zayıflara karşı olan adaletine ve harbeden kitlelerin bir birleri arasında cereyan eden adalete dikkat buyursunlar... Sonra Birleşmiş Milletler'deki beyazların kızılderililere karşı ve Güney Af-rika'daki beyazların, renklilere karşı tatbik ettikleri adaleti gözden geçirsinler... Bunlara işaret kâfidir. Çünkü bütün bunlar, hemen her insanın bildiği günün olaylarıdır. Önemli taraf şudur: İslâm adaleti, mücerred birer nazariyeden ibaret değildir. Bilâkis o, yo lunu hayatın vakıaları arasından seçmiştir. (58)
Halife Hz. Ali bin Ebî -R.A.-, bir gün kaftanını kaybetmiş ve sonra da onu bir hıristiyanın yanında bulmuştu. Bunun üzerine hıristiyanı, Kadı Şüreyh'a götürerek: «O benim kaftanımdır. Ne sattım, ne de hibe ettim» dedi. Bunun üzerine Şüreyh hıristiyana, Emirulmü'minîn bu sözleriyle ilgili bazı sorular sordu. Dedi ki: «Emirül Mü'min bence yalancı değildir. Fa kat bu benim kaftanımdır!..» Şüreyh; Hz. Ali'ye dön dü ve sordu: «Yâ Emir el-Mü'minin! Bir delilin var mıdır?» Hz. Ali -R.A.- gülümseyerek, «Şüreyh doğru dur, elimde bir delilim yoktur» deyince kaftanın hıris tiyana ait olduğu hükmü verildi ve Emir-ül-Mü'minîn'in gözleri önünde hıristiyan, kaftanı aldı ve yürüdü. Fa kat hıristiyan bir kaç adım ilerledikten sonra geri dö nerek dedi ki; «Ben inanıyorum ki bunlar, ancak Pey gamberlerin getirdiği hükümlerdir... EmirÜl-Mü'minîn beni kendi kadısına sevketsin ve onun aleyhinde hü küm verilsin!.. Allah'tan başka tapılacak bir mâbud olmadığına ve Muhammed -S.A.V.- in O'nun kulu ve
(58) İslâm'da Sosyal Adaletten.
46
Resulü olduğuna şehadet ederim. Yâ Emir-el-Mü'minin! Kaftan senindir. Sen ordunla beraber Sıffîn'e gi derken orduyu tâkib ettim ve kaftan o zaman senden düşmüştü. «Hz. Ali, «Madem ki sen müslüman oldun o, senin olsun...» dedi.
Mısır Valisi Amr bin Âs'ın oğlu, bir gün Mısır kıb-tîlerinden birisiyle kendi atı üzerinde müsabaka yap mış ve yenilmişti. Müslüman bir valinin oğluna bu yenilgi ağır gelmiş ve rakibini «Al!.. Ben en şeref lilerin oğluyum» diyerek kamçılamıştı. Hadise müslü-manların halifesi Hz. Ömer'e Hac mevsiminde arz edi lince Hz. Ömer, kendi kamçısını Kıbtî'ye vererek «Al, en şereflilerin oğluna vur! demiş ve Amr bin Âs'a şu meşhur sözünü söylemişti. «Annelerinden hür doğan insanları siz ne zaman köle yaptınız?...» Hatta halife, Mısırlının sadece Amr bin Âs'ın oğluna vurmakla ik tifa etmemesini, onun babasına da vurmasını iste mişti. Çünkü babasının şan ve şerefi olmasaydı, o bu nu yapmaya cesaret edemiyecekti. Fakat kıptî bunu reddetti ve sadece kendisine vuran kimseden kendi hesabına kısas yapmakla iktifa etti...
W. Arnold'un «İslâm'a davet» kitabından daha önce de iktibas ettiğimiz gibi, «Humuslular, şehrin kapılarını Heraklius ordusuna kapatmışlar ve fakat müslümanlara velayetleri ve adaletlerinin kendileri için onların zulmünden ve kininden daha hoş olduğu nu bildirmişlerdir.»
İslâm adaleti, belli ve ferdî kaidelere münhasır değildir. Her türlü müsamaha ve iltimastan mücer-red, insanî adaleti herkesten daha önce tatbik etme si îcab eden İslâmî toplumun, fertler, cemiyetler ve milletler üzerine vaz'ettiği umûmî birer kural ve sağ lam birer yoldan başka bir şey değildir.
47
Beşeriyetin tek esasa bağlanması hususunda İs lâm'ın düşünüşü... Irk, renk ve vatan taassubunu reddedişi... Bütün dinlerde dînin birliğine inanışı... Ay rılık ve düşmanlık fikirleri olmaksızın bütün millet ve fırkalarla yardımlaşmaya hazır olduğunu bildirmesi... Dîn'e çağrı inanış ve ibadet hürriyeti hususunda mü dafaa, harp ve husumet sebeplerini kısıtlaması... Mazlumlardan zulmü defetmek ve yer yüzünden bozgunculuğu kaldırmak için vaz'ettiği kuralları... Harp lere sebep olarak gösterilen iktisadî meseleleri orta dan kaldırması... Ve herkes için mutlak sosyal ada leti temin etmesi... İşte bütün bu hususiyetler. İslâm nizamını, cihanşümul ve İslâmî toplumu, bir ırk veya bir fırkaya bağlamayan müstesna bir toplum haline getirmektedir.
İslâm Semavî akideye dayanarak ahlâka ve ah lâkî unsurlara çok büyük bir önem verdiği gibi insan ruhunu hayra, yükselmeye ve olgunluğa davet etmek suretiyle geliştirip zirveye yükseltir. İslâm, eski ve ye ni asırlarda beşeriyetin gördüğü ve bilindiği içtimaî zulmün nevilerinde kendine benzeyen hiç bir nizam olmadığı için İslâmî sosyal nizam şeklinde tanınır.
İslâmî toplum, açık ve hür bir cemiyettir!.. Her ferd her toplum ve her millet, hiç bir izne ve hiç bir kayd-ü şarta ihtiyaç hissetmeksizin ve fakat dîne da vet ve inanış hususunda mensuplarına eziyetten ve yer yüzünde bozgunculuk çıkarmakla insanlara zulm etmekten imtina etmek şartıyle bu camiaya iltihak edebilir ve onun birer ferdi gibi yaşayabilir.
Irk, renk, dil, coğrafi hudutlar ve hatta dînî taas sup bile İslâm toplumuna girmeye manî değildir. Hiç bir din adamından veya bir kâhinden izin almaksızın her insan; Allah'tan başka tapılacak bir mâbud olma dığına ve Muhammed -S.A.V.- in, Allah'ın Resulü ol-
48
duğuna şehadet edebilir. Şu halde o, bir müslümandır ve Âbâ ü cedlerinden beri İslâm'da hakkı olan müslümanların, islâm vatanında sahib oldukları bütün haklara sahiptir. Ve yer yüzündeki her müslüman, hiç bir hakimden veya polisten izin almaksızın ve hiç pasaport ve hudutta hiç bir duraklama da olmaksızın, islâm vatanına girebilir, ondan çıkabilir ve o hükmün altındaki bütün yerleri dolaşabilir!... Müslüman olma sa bile her insan da, inanç ve ibadet hürriyeti, kan ve malı, toplumun hayatını tanzim eden kanunlara itaat ettiği müddetçe, işçi olsun veya işten âciz ol sun, rızkı korunmuş olduğu halde; İslâm vatanının her köşesinde kalmaya hak kazanır. Bu, tıpkı o top raklarda yaşayan müslümanlar gibidir. Müslüman ol mayan her devlet de yer yüzünde sulhu temin için, düşmanlığı ve kini silip süpürmek için müslüman dev letle anlaşmak suretiyle yardımlaşabilir ve kendisi bu anlaşmayı bozmadığı müddetçe müslüman devletin de buna sadık kalacağından emîn olabilir.
İslâm nizamından başka hiç bir yerde buna ben zer bir cemiyet bulunamaz!., isteyen, şu zamanda bu lunan bütün cemiyetleri incelesin ve mukayese et sin!.. Meselâ :
Yahûdî Toplumu :
Yahûdî cemiyeti, israillilerden başka kimseyi ara sına kabul etmeyen kilitli bir cemiyettir. Onlarca din ve milliyet aynı şeydir, işte bunun için diğer milliyet lere mensup olanlara kapılarını kapatmıştır ki, bu se beple her hangi bir zamanda onun, cihanşümul ol masına imkân yoktur.
Hindu Toplumu :
Hindu Toplumu da tıpkı Yahûdî toplumu gibi kilit lidir. Çünkü Brahmanizm'in, bu toplumu muhtelif kast-
islâm : 4
49
lara ayırması, bu kastları biribirinden tamamen uzak laştırması ve âdeta bu kastlar arasında demirden perdeler koyması; Hintli olmayanların Hint dinlerine tâbi olmasına ve kapılarını herkese açık bulunduran cihanşümul bir toplumun ana unsuru olan cihanşü mul kardeşlik fikrinin kurulmasına mâni olmaktadır... Hindistan, istikbalde dünya siyasetine ne kadar işti rak ederse etsin, servet ve nüfus bakımından ne ka dar zengin olursa olsun, yine beşeriyetten uzak, ayrı ve müstakil bir toplum halinde kalacaktır. Çünkü, Hindu cemiyeti, kuralları itibariyle canlanmaya ve ge lişmeye imkânı olmayan, kapıları kapanmış bir top lum durumundadır. Bu toplum insan tabakaları ara sında taşlaşmış perdeler ve manialar vaz'eden Brah manizm'den ve ona tabi dinlerden temizlenmedikçe; beşeriyet hayatında hiç bir rolü olmayacaktır!..
Hıristiyan Toplumu :
Hıristiyanlık, -eğer tâbiri caizse- hıristiyan toplu muna hakim değildir. Ve bu toplumdaki nizamlar, akideye değil, esas itibariyle sonradan vaz'edilen ka nunlara dayanmaktadır. Zira inanç, toplumdan ayrı olarak, sadece ferdin içinde kalmaya mahkûmdur. İç timaî nizam, iç huzura ve imana dayanmadığı müd detçe; onun, insana kendi içinden gelen sese kulak verip ona göre hareket etmesi fırsatını vermiyeceği muhakkak ve tabiîdir!., işte Hıristiyan âlemi diye ad landırılan bu toplumda meydana gelen îman ve ni zam ayrılığı; toplumu din tesiriyle fışkıran yüce fikir leri yaşatmaktan mahrum ettiği gibi ferdi de, gölge sinde yaşadığı nizamla iç huzurunu bir birine bağla maktan mahrum etmiştir. Şüphesiz ki bu Hıristiyan âleminde zaruri bir durumdur. Çünkü Hıristiyanlık, toplumu kanunî yoldan nizamlaştıracak bir yolu temi-
50
natı altına almamıştır. İşte bunun için Hıristiyanlığın, İnsani müsamahaya bütün çağrısı boşa gitmiş ve coğ rafî hudutları içerisinde ayrı bir milliyetçilik ruhu ile fışkıran çirkin sömürgecilik ruhu, ona galip gelmiş tir. Marksizm, her ne kadar Kapitalizm ile sömürgeci lik arasındaki bağları anlatıyor ve onları birbirine bağlamak istiyorsa da şüphesizdir ki, Milliyetçilik ru hu olmadan yalnız başına kapitalizm, insanların bildi ği ve esasında da böyle olduğu sömürgecilik nizamını kurmağa muktedir değildir!..
Komünizmin Toplumu :
Komünizm toplumu, unsurî bir taassuba ve coğ rafî sınırlara dayanmadığı ve fakat bir mefkureye da yandığı için bir yönden İslâmî topluma benzer... Fa kat bu günkü durumda, bunun da etrafı demir halka larla çevrili olması, öğretilerinde sınıflar arası kin ruhunu alevlendiren her türlü insanî hoşgörürlükten mücerret bulunması ve din ruhunu ve bu ruhun, in sanın iç âlemine tesirini inkâr etmesi dolayısıyle ka palı bir toplum sayılır,
Ve işte, İslâmî toplumla Komünizm toplumu ara sındaki en önemli ve bariz ayrılık noktası... İnanış hürriyeti!. Daha önce de izah ettiğimiz gibi, İslâmî toplum, her tarafı açık bir toplumdur... Her türlü inanç, mezhep ve fikir, onun gölgesinde yaşamaya muktedirdir... Baskı kurulmasının veya yaşamasının ana unsurlarından değildir... Polis veya ordu kuvveti ile kendini korumaz... Kendine tâbi olmayanları kor kutmaz, sıkıştırmaz, toprağından kovmaz, Sibirya karları arasına sürmez ve onları istismar etmez!.. Çün kü O, akîdeye, îmana ve bunun gölgesinde yaşayan her insanın, bu akîdeye dayanan nizama uymasına dayanmaktadır!.. İşte bunun için İslâm camiası, en
51


ufak bir engel ve bağ olmaksızın bütün müslümanlara açık olduğu gibi her türlü ırk, renk ve millete tabi olanlara, hatta müslümanların himayesine giren gayr-i müslimlere de tamamen açıktır. Bütün bunlarla bera ber bir müşrikin de, İslâm vatanında îcar isteme ve alma hakkı olduğu gibi bu durumda müslüman devle tin de kendisini korumasından ve korunması için ih tiyacı olduğu şeyleri kendisine temin edeceğinden emin olabilir!..
Ey Muhammed! Puta tapanlardan biri sana sığı nırsa, o, Allah'ın sözünü dinleyinceye kadar kabul et. Sonra onu güven içinde olacağı yere ulaştır...» (59)
Bir ilâh vahyine dayansa bile bütün insanların, yalnız bir mezhebe göre ibadet etmelerine imkân ol madığından fikir ve inanç bakımından kendi muhalif lerine, gölgesinde emin ve serbest yaşama hakkı ve ren açık, hür ve cihanşümul bir toplumun, cihanşümul her hangi bir çağrısının muvaffak olmaması ihtimali bile yoktur.
Komünizm'in esaslarına uymayan ve fakat komü nizm toplumunda yaşayan kimselerin yaşama hakkın dan mahrum edilmesi; onları en önemli bir fırsattan mahrum etmek demektir. Cihanşümul bir toplumda ise, bütün inançlar, bütün mezhepler, bütün ırk ve renkler yürürlüktedir!..
Şu halde anlaşılmıştır ki :
YALNIZ İSLÂM CAMİASI, HÜR BİR DÜNYAYI KAPLAYAN CİHANŞÜMUL BİR CAMİADIR... VE YAL NIZ O, BEŞERİYETİN BARIŞ, İSTİKRAR VE EMNİYET İÇİNDE SERBESTÇE YAŞAMASINI TEMİN EDEN TEK YOLDUR!..
(59) Et-Tevbe, 6
52
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
YEGANE DÜNYA NİZAMI İSLAM DEVAM
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yegane Dünya Nizamı İslam
» İslam Devleti’nin Kuruluşu
» Bu Dünya Bir Handır
» İslam'ın Beş Şartı
» İSLAM VE OSMANLI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MeDinE~Fm Forum :: İSLAMİ BİLGİLER :: İSLAM NASIL HAYATA HAKİM OLUR ?-
Buraya geçin: